Hizb-ut Tahrir / Filistin’in, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin dört bir tarafında yürüyüşlere çağrıda bulunmasıyla birlikte Filistin Otoritesi, paniğe, korkuya ve güvenlik endişesine kapıldı. Otorite ve -Amerikan Generali Dayton’un uysal devşirmeleri olan- güvenlik birimleri, yapacakları gövde gösterisinin ve icrâ edecekleri tedhiş kampanyalarının, bu siyâsî cürümün ve Allah’a, Rasulü‘ne ve mü‘minlere hıyânetin üzerini örtmeye yeteceğini sandılar. Fakat Ümmet’in hâlâ Allah’ın râzı olduklarına râzı olan ve öfkelendiklerine öfkelenen, münkeri reddeden ve her ne pahasına olursa olsun komploları ifşâ eden mü‘min ve sâdık adamları ile iftihâr ettiği gerçeği ile yüzleşince hayâl kırıklığına uğrayıp bilincini yitirdi.
Alınan tüm olağanüstü güvenlik önlemlerine rağmen Hizb-ut Tahrir ve beraberinde bulunan Ümmet’in evlatlarından Rabbine karşı muhlis ve Dîni ile azîz mü‘min kitlelerin, Batı Şeria’nın muhtelif noktalarında görkemli yürüyüşler düzenlemesi, Filistin Otoritesi’ni çılgına çevirdi ve yıldırım çarpmışa döndürdü. Bunlar Annapolis Konferansı‘nı ve bu meşum konferansta Arapların ve Müslümanların başındaki yöneticilerin imzaladığı tüm anlaşmaları Ümmet’in reddettiğini ifâde etmeye mâtuftu. Böylece Cenîn’de, Nablus’ta, Ramallah’ta, Beyt Lahim’de, el-Halîl’de ve Gazze Şeridi’nde bu yürüyüşler başlatıldı.
Filistin Güvenlik Birimleri, kalabalıkları dağıtmak için, göz yaşartıcı gaz bombası, uyarı için ses fişeği kullandı ve gerçek mermilerle ateş açtı. Bu da bilhassa yürüyüşlere katılan yaşlıların saflarında, birçoklarının yaralanmasına ve bayılmasına neden oldu. Kezâ Otorite’nin güvenlik birimleri, acımasız darbeler ve coplarla kalabalıklara saldırdı. Bu da bazıları ağır yaralı olmak üzere birçoklarının yaralanmasına yol açtı.
Bize peş peşe ulaşan haberler, özellikle bu yürüyüşleri kan akıtarak ve kemikleri kırarak bastırmada ısrar eden sözde “İçişleri” Bakanlığı olmak üzere, Otorite içerisinden bazı kesimlerin “üstün geldiklerini” iddia ettiklerini, bazılarının da Hizb’in ileri gelenlerine benzeri söylemlerde bulunduklarını teyit ediyordu.
Üstelik güvenlik birimleri, bilhassa el-Halîl’de -ki oradaki kapanış konuşması kurşun yağmuru altında ancak tamamlanabilmiş, şebâbdan biri şehit düşmüş, birçokları da ağır yaralanmıştı- bilfiil gerçek mermi kullanmakta tereddüt dahi etmedi. Kezâ Otorite’nin bu güvenlik birimleri, Hizb’in şebâbından bu yürüyüşlere katılan yüzlercesini tutukladı, hatta yürüyüşler dağıldıktan sonra bile sokak aralarında onların peşine düşüp operasyonun son anına kadar Hizb-ut Tahrir şebâbından onlarcasını gözaltına almayı sürdürdü.
Yürüyüşe katılanlardan yaşlı olsun, genç olsun, kimse bu güvenlik birimlerinin hışmından kurtulamadı. Hatta yapılan yürüyüşleri ve bu sırada işlenen vahşi eylemleri haber yapmak için hazır bulunan medya mensupları da bu despotluktan nasibini aldı.
Herhalde güvenlik birimleri bugünü, “kahramanlıklar” ve “zaferler” kutladıkları bir gün olarak düşmanca tarihlerine kaydetmişlerdir. Kahramanlıkları, aralarında yaşlılar, gençler ve küçük yaşta çocuklar olmak üzere silahsız vatandaşlarına karşı envâ-i çeşit silah kullanmalarından ileri gelmektedir. Karşılarında zafer kazandıkları düşmanları ise halklarının ve ümmetlerinin evlatlarıdır. Böylelikle onlar, Yahudilerin yanında yer alıp kendileri için “İlhad Ordusu"nun Filistin kopyası olmaya râzı olmuşlardır. Gerçekten attıkları her kurşun, âdeta aleyhlerinde bir lânet ve ateş eden ellerini felç etmesi için Allah’a bir dâvet gibi olmuştur. Allahu Te’alâ şöyle buyurmuştur:
وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُّتَعَمِّداً فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً “Her kim bir mü‘mini kasten öldürürse onun cezâsı, içerisinde ebediyyen kalacağı Cehennem’dir. Allah ona ğazâb etmiş, onu lânetlemiş ve onun için azîm bir azap hazırlamıştır.” [en-Nisâ 93]
Ve şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ “Mü‘min erkeklere ve Mü‘mine kadınlara işkence eden, sonra tevbe de etmeyenlere Cehennem azâbı ve (orada) yanma cezâsı vardır.” [el-Burûc 10]
Annapolis Konferansı‘nda icra edilen Yahudi varlığı ile aleni normalleşmeyi ve el-İsrâ ve’l Mi’râc toprağı üzerinde haddin aşılmasını reddeden barışçıl yürüyüşler karşısında, bugün güvenlik birimlerinin sergilediği vahşi eylemler ve baltacılık [tarihte, sarayı korumak ve sarayın dış hizmetlerini yapmak] Otorite’nin ve ona arka çıkan Amerika’nın; istihbârat birimlerinin dayatmalarından, coplardan ve kurşunlardan kaynaklanan Ümmet’in zoraki-zâhirî suskunluğunun gölgesinde bu cerimeyi işlemeye ne de hırslı olduğunu göstermektedir. Zîra onlar bilmektedirler ki Ümmet, münkerlerinden dolayı içten içe onları lânetlemekte ve hem onların bellerini, hem de efendileri olan Kâfirlerin bellerini kırması için Allah’a dua etmektedir.
Muhakkak ki Hizb, Allah için bir şehid adamış bulunmakta, yaralılara âcil şifâlar dilemekte, Allah’tan tutuklananları zâlimlerin zindanlarından kurtarmasını niyâz etmekte ve bununla birlikte Arapların ve Müslümanların başındaki tüm yöneticiler ile beraber kıytırık Filistin Otoritesi’nin adamları karşısında sarsılmaz ideolojisini yankılanan bir tonda haykırmaktadır. Şüphe yok ki ne kadar vahşi olursa olsun, hiçbir eylem Hizb’i metodundan ve ideolojisinden zinhar uzaklaştıramayacaktır. Tâ ki Allah’ın izniyle Nübüvvet Minhâcı üzere İkinci Râşidî Hilâfet Devleti’ni kuruncaya kadar… İşte o gün ordular donanır, beldeler kurtarılır, tâğutlar devrilir ve zâlimler zorlu bir sorguya çekilir.
إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ “Muhakkak ki Rasullerimize ve îman edenlere, hem bu dünya hayatında hem de şâhitlerin (şâhitlik için) kalkacakları günde nusret edeceğiz.” [Mu’min/Ğâfir 51]
|