Ramazan savmı ve Iyd-ul Fıtr [Ramazan Bayramı], ibadetlerden oldukları gibi, kezâ İslâmî Ümmet’in cemâî görüntülerindendir. Zîra Müslümanlar ancak, ajan yöneticilerin kararlarına veya saltanat âlimlerinin tefrika çıkaran fetvalarına değil de, aralarını birleştiren Allah’ın hükümlerine itaat etmeleri halinde, savma aynı gün hep birlikte başlarlar ve bayramı da aynı gün hep birlikte kutlarlar. Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: صُومُوا ِلرُؤْيَتِهِ وَأَفْطِرُوا لِرُؤْيَتِهِ، فَاِنْ غُبِيَ عَلَيْكُمْ فَأَكْمِلُوا عِدَّةَ شَعْبَانٍ ثَلاَثِينَ يَوْماً “[Hilâli] gördüğünüzde orucu tutun ve onu gördüğünüzde iftar edin! Eğer (hava) size kapalı (bulutlu) olursa, Şa’bân’ın sayısını otuza tamamlayın.” [Muttefekun Aleyh] Muslim’in rivâyetinde ise şöyle geçmiştir: فَاِنْ غَمَّ عَلَيْكُمْ فَصُومُوا ثَلاَثِينَ يَوْماً “Eğer (hava) size kapalı (bulutlu) olursa, sayıyı otuza tamamlayın.” Yani Ramazan savmına devam edin, demektir.
İşte bu Nebevî hadisler, hem Ramazan savmının şer’î sebebinin Ramazan hilâlini görmek olduğuna, hem de iftarın (Ramazan’a son vermenin) şer’î sebebinin Şevvâl hilâlini görmek olduğuna sarih biçimde delâlet etmektedir. el-Medîne’de Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] zamanındaki Müslümanlara yönelik Şâri’in hitâbı ise, bugünkü ve her yerdeki Müslümanların tamamına yönelik hitâptır, çünkü hadislerin lafızları âmmdır. Zîra [رُؤْيَتِهِ] kelimesi mudâf olan cins isimdir ve umuma delâlet eder. Kezâ [صُومُوا وَأَفْطِرُوا] kelimelerindeki zamir de Müslümanların umumuna delâlet eder. Böylece Şâri’in hitâbı, her nerede olurlarsa olsunlar Müslümanların hepsini kapsayan bir âmm (genellik) olur ve fiilleri de bu âmmın sebebine ilişkindir ki o, herhangi bir Müslüman tarafından mutlak (çıplak) gözle görmektir. Dolayısıyla Ramazan hilâlinin veya Şevvâl hilâlinin görülmesi şer’î yönüyle sabit olursa, Müslümanların tümü hem savmlarında hem de bayramlarında bu görmeye bağlı kalırlar. Bir belde ile diğeri arasında veya bir Müslüman ile diğer Müslüman arasında fark yoktur. Çünkü aralarından birinin hilâli görmesi, görmeyen için hüccettir ve bir beldedeki Müslüman’ın şahâdeti, başka bir beldedeki Müslüman’ın şahâdetinden evlâ değildir ve Müslümanların beldelerinde kâfirlerin çizdiği parçaların ve sınırların bir kıymeti yoktur. Nitekim bir grup Ensâr’dan şöyle rivâyet edilmiştir: قَالُوا: غُمَّ عَلَيْنَا هِلاَلِ شَوَّال، فَأَصْبَحْنَا صِيَاماً، فَجَاءَ رَكْبٌ مِنْ آخِرِ النَّهَارِ فَشَهِدُوا عِنْدَ رَسُولِ اللهِ أَنَّهُمْ رَأُوا الهِلاَلَ بِالأَمْس، فَأَمَرَ النَّاسَ أَن يُّفْطِرُوا يَوْمَهُمْ، وَأَن يَّخْرِجُوا لِعِيْدِهِم الغَد “Şevval hilâlini göremedik, bunun için oruçlu olarak kalktık. Sonra günün sonunda bir kafile geldi ve Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]‘e dün hilâli gördük diye şahitlik ettiler, o zaman Rasulullah iftar etmelerini ve bayram için ertesi günden dışarı çıkmalarını emretti.” [Tirmîzi dışında beş imâm rivâyet etti.] Yani Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], başkalarının Şevvâl hilâlini görmesi sebebi ile Ramazan’dan hesap ettikleri günde el-Medîne halkına iftar etmelerini emretti. Oysa kâfile hilâli, Medîne’ye ulaşmadan önce görmüştü. Ramazan hilâlinin görülmesinden dolayı savm tutulmasına dair bu emir, farziyete delâlet eder. Çünkü bu, farz olan Ramazan savmına karîne kılınmıştır. Kezâ Şevvâl hilâlinin görülmesinden dolayı bayram günü iftar edilmesi emri de farziyete delâlet eder. Çünkü bu da, Iyd-ul Fıtr günü savm tutulmasına karîne kılınmıştır. Oruca başlama gününün veya Iyd-ul Fıtr gününün belirlenmesinde astronomik hesaplara dayanmak ise şer’an câiz değildir. Çünkü Allah kendisine, astronomik hesaplar ile değil, aynî görme (çıplak göz) bakarak ile ibâdet etmemizi emretti ve bize düşen, emrolunduğumuz gibi ibâdet etmektir.
Ey Müslümanlar! Şüphesiz hilâlin görünmesi, işlerini İslâm hükümleri ile gözetecek ve onları [لاَ إِلهَ إلاَّ الله مُحَمَّدٌ رَسُولُ الله] Râyesi altında birleştirecek Hilâfet Devleti’nin yok olması sebebi ile bugün Müslümanların hayatlarında karşılaştıkları birçok meselelerden sadece bir tanesidir. O halde sahîh ve köklü bir çözümle meselelerinin hepsini çözmek için Müslümanlara düşen; Hilâfet Devleti’ni geri getirerek ve kelimelerini birleyecek, saflarını birleştirecek ve hayatlarının tüm işlerinde kendilerine Allah’ın Şeriatı‘nı tatbik edecek bir Halîfe’yi nasb ederek İslâmî hayatı yeniden başlatmak için ihlas üzere çalışanlar ile birlikte ciddiyet ve samimiyet ile çalışmalarıdır. Öyle ki Allah yolunda Cihâd ederek İslâm Risâleti’ni âleme taşısınlar da Allah’ın kelimesi en yüce olsun. Öyle ki hem bu dünya hayatında izzetli ve şerefli bir yaşam sürsünler, hem de Âhirette Allah’ın rıdvânına nâil olabilsinler. Allahu Te’alâ şöyle buyurmuştur: وَقُلِ اعْمَلُواْ فَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “De ki: Çalışın! Muhakkak ki çalışmanızı Allah da, Rasulü de, Mü‘minler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilene (Allah’a) döndürüleceksiniz de O size yapmış olduklarınızı haber verecektir.” [et-Tevbe 105]
|