Aya

istabl.
1953
HT logo
 
 
 
               
 

Siyasi Tahliller
Konu
İndir

Soru: Maliye Kitabının 44. sayfasında şu hadis geçmektedir: لم تحل الغنائم لأحد سود الرؤوس من قبلكم... “Ganimetler sizden önce hiçbir başı siyaha helal kılınmadı.” Hadiste geçen [سود الرؤوس] “başı siyah” kelimesiyle kastedilen nedir?

H. 27 Rabî-ul Evvel 1432

02.03.2011

Soru: İslam’da İktisat Nizamı Kitabının 260. sayfasında devletin bütçesi konusunda (bütçe) kelimesi geçmektedir. Yine Anayasa Mukaddimesi Kitabının 2. cüzünün 170. sayfasında (bütçe ve muvazene) kelimeleri geçmektedir. Ayrıca Hilafet Devletinde Maliye Kitabının 33. sayfasında Beyt-ul Mâl’in Divanları konusunda (genel muvazene) kelimesi geçmektedir.

Hesapların kontrolü mesleğinde çalışan bir kişi olmamdan ve bu ıstılahların kullanılması uzmanlığımın bir parçası olmasından dolayı bana göre, bu iki ıstılahın kullanımının farklı olmasına rağmen tek bir şeymiş gibi iç içe geçmesi uygun değildir. Bundan dolayı bu iki ıstılahın kullanım keyfiyetinin tekrar gözden geçirilmesini rica ediyorum.

Zira muvazene, devletin gelirlerine ve harcamalarına dair gelecekteki planı ve gelirlerinin yeterliliği ile harcama yapacağı yerler bakımından bunlara yönelik beklentileridir.

Bütçe ise geçen bir sene veya geçen belirli malî dönem içerisindeki gelirler, giderler ve ödenekler gibi devletin malî işlemlerini açıklayan malî rapordur. Yani diğer bir ifadeyle geçen dönem içerisinde meydana gelen malî hareketlerin özetidir.

Dolayısıyla birincisi gelecekteki bir planlamadan bahsederken ikincisi, tarihsel bir özetten bahsetmektedir.

İktisat Nizamı Kitabında bütçe kelimesi geçmekte ve muvazeneden bahsedilmekte, Anayasa Mukaddimesi Kitabında, muvazene konusu açıklanmasına rağmen muvazene ve bütçeden aynı manada bahsedilmekte ve Maliye Kitabında, muvazeneye muvazene sıfatıyla işaret edilmektedir.

Ayrıca İktisat Nizamı Kitabının 261. sayfasında -bütçe lafzıyla zikredilen- muvazene konusu açıklanırken görünürde Anayasa Mukaddimesi Kitabının 171. sayfasında ortaya çıkan sonucun aksi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.

Zira İktisat Nizamı Kitabının 262. sayfasında şöyle geçmektedir: “Bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki demokratik devletlerde olduğu gibi İslam’da yıllık bütçe hazırlanmasına gerek yoktur. Ne bütçenin geneli ne bölümleri ne de bölümlerin detayları ve miktarları için senelik bütçe hazırlanmasına gerek vardır. Nitekim bütçenin gelir ve giderlerine dair genel bölümlerini şeriat belirlemiş, onun bölümlerini, detaylarını ve gereken meblağları belirleme işlerini de Halifeye bırakmıştır.”

Anayasa Mukaddimesi Kitabında şöyle geçmektedir: “Madem ki Halifenin kendi görüşüne ve içtihadına göre gelirlerin kısımlarını, her kısma konulacak meblağları, harcamaların kısımlarını ve her kısma ait meblağları belirleme hakkı vardır o halde gerek kısımları gerekse gelirler yada harcamalar için olsun her kısma ait meblağlarıyla devlet için yıllık bir bütçenin belirlenmesinde bir mania yoktur. Yasak olan şey gelirleri ve harcamalarıyla bütçenin bölümleri için yıllık bir bütçenin belirlenmesidir. Çünkü bunları şeri hükümler belirlemiştir. Dolayısıyla bunlar daimidir.”

Bu çelişkiyi açıklamanızı rica ediyorum. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

H. 18 Rabî-ul Evvel 1432

21.02.2011

Soru-1: İslam Nizamı Kitabında şöyle geçmiştir: “Aklî ameliye, vakıanın duyu organları yoluyla beyne nakledilmesi ve vakıanın, vasıtası ile yorumlanabileceği öncül bilgilerin bulunmasıdır.”

Allame Şeyh en-Nebhani [Rahimahullah], bu ameliyenin gerçekleşmesinde öncül bilgilerin bulunmasının önemini net bir şekilde açıklamıştır.

Ancak insanın bilgi elde edebilmesi için bir alıcıya sahip olması ve bu alıcının da işitme veya görme olması kaçınılmazdır. Dokunma, koklama ve tatma gibi diğer organların bu görevi yerine getirmesi imkansızdır…

Doğuştan kör veya sağır olan bir çocuğun, herhangi bir bilgi edinmesi imkansızdır. Dolayısıyla diğer duyu organları sağlıklı olmasına rağmen onda aklî ameliye gerçekleşmez ve fikir ortaya çıkmaz.

Soru şudur: Doğuştan görme ve işitme nimetinden mahrum olan herkes mükellef değil midir?

Şayet cevap: “Hayırsa”, Allah Azze ve Celle’nin şu kavli ne demektir:

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لا يَعْقِلونَ “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler ve onlar, akıl da etmezler.”

H. 03 Rabî-ul Evvel 1432

06.02.2011

Soru: Medya organları, dün 16.12.2010 günü dikkat çekici iki haber yayınladılar: Birincisi: Çin başbakanı, beraberinde (yaklaşık 300 işadamından oluşan) büyük ticari bir heyetle Hindistan’ı ziyaret etti. Ziyaret ve karşılama alışılmışın dışında biraz sıcak bir ilgi eşliğinde geçti. İkincisi: Güney Kore, Çin ve Japonya arasında Üçlü İşbirliği Sekreterliği kurulması için bir anlaşma imzalandı. Tüm bunlar ise bir tarafta Amerika ile Güney Kore diğer tarafta Kuzey Kore ve onu zımnen destekleyen Çin’in olduğu taraflar arasındaki karşılıklı tehditlerin yaşandığı Güney ve Kuzey Kore ülkeleri arasındaki gerilimin şiddeti düşer düşmez oldu. Peki bu yaşananlar ne anlama gelmektedir?

H. 11 Muharrem 1432

17.12.2010

Soru: Fildişi Sahili’nde neler oluyor? Zira 28.11.2010’da ikinci tur devlet başkanlığı seçimleri yapıldı. Laurent Gbagbo’yu destekleyen Anayasa Konseyi, seçimleri %51,45 oy oranıyla mevcut devlet başkanının kazandığını duyururken Seçim Kurulu, %54,1 oy oranıyla rakibi Alassane Ouattara’nın kazandığını duyurdu. Amerika, Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi, Seçim Kurulu’nun açıkladığı sonuçları ve seçimleri Alassane Ouattara’nın kazandığını kabul etti. Bunun üzerine Devlet Başkanı Gbagbo, Anayasa Komisyonu’nun açıkladığı sonuçlara göre kendisini seçimlerin galibi görerek bunu reddedip otoritede kalmakta ısrar etti ve ordu da onu destekledi. Peki bu, kabilesel veya dinsel bir seçim rekabeti midir? Yoksa siyasi bir çatışma mıdır? Şayet böyleyse kimle kimin arasındaki bir çatışmadır? Bu seçimle ilgili sorunun muhtemel çözümü nedir?

H. 05 Muharrem 1432

11.12.2010

İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünün 417. sayfasında şu ifade geçmiştir: “...Zira mesela, bir sene bir evde oturmaya karşılık bir hayvanın satılması caiz olmaz. Fakat bir evde oturmaya karşılık bir bahçenin kiralanması sahih olur. Çünkü alış-veriş malın mal ile değişimidir. Dolayısıyla malın menfaat ile değişimi alış-veriş sayılmaz. Kiralama ise böyle değildir. Zira o, bir bedel karşılığı menfaat üzerine sözleşmedir. Bu bedelin, mal olması zaruri değildir, menfaat de olabilir.”

İktisat Nizamı kitabının 375. sayfasında ise şu ifade geçmiştir: “...İslam, kira ve alış-veriş hükümlerini açıklarken mal ve hizmetlerin kıymetleri ile ilgili belirli bir mübadele aracı belirtmemiştir. İslam, karşılıklı rızaya dayanan mübadele konusunda insanı serbest bırakmıştır. Örneğin; Kur’an öğrenmesi şartıyla, bir erkeğin bir kadınla evlenmesi caiz olduğu gibi, bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi ve belirli miktarda hurma karşılığında başka bir kişinin yanında bir gün çalışması da caizdir…”

Benim Burada İki Sorum Var:

Birincisi: İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünde geçtiği üzere alış-veriş malın mal ile değişimi/mübadelesi olması itibarıyla bir evde oturma karşılığında bir hayvanın satılması caiz değildir. Oysa bu durum, bir malın evin menfaati ile mübadelesidir. Ancak bir evde oturmaya karşılık bir bahçenin kiraya verilmesi caizdir. İktisat Nizamı kitabında ise bu alış-veriş caiz kılınmış ve şöyle denmiştir: “Bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi caizdir.” Yani malın bir hizmetin menfaati karşılığında satılmasıdır. Dolayısıyla müşteri, sahibinin yanında çalışmasının menfaati karşılığında malı almaktadır. Görüldüğü üzere Şahsiyet ile İktisat kitapları arasında bir çelişki vardır. O halde bunun hangisi doğrudur? Bir malı menfaat karşılığında satmak caiz midir yoksa caiz değil midir?

İkincisi: Şayet caiz değilse haracî arazinin satışı menfaatinin satışı olduğu bilindiği halde bu nasıl gerçekleşmektedir? Çünkü haracî arazinin rekabesi, Müslümanların mülkü olup haracî arazinin sahibi onun menfaatinden başka hiçbir şeyine sahip olamaz. O halde haracî arazinin menfaatinin mal ile mübadele edilmesi bir satış olarak isimlendirilir ve buna alış-veriş hükümleri intibak eder mi?

H. 02 Muharrem 1432

09.12.2010

Soru: Portekiz’in başkenti Lizbon’da 19-20.11.2010 günleri arasında büyük devletlerin ve NATO ülkelerinin katıldığı bir zirve düzenlendi. Bu devletler, Afganistan, füze kalkanı ve Rusya ile ilişikler gibi önemli konuları içeren NATO’nun yeni stratejisi üzerinde anlaştıklarını ilan ettiler. Ayrıca NATO’nun yetkilerinin, kendi bölgesini aşarak tehdit olarak gördüğü dünyanın her yerine varıncaya kadar genişletilmesini onayladıklarını da ilan ettiler. Şimdi Amerika, Afganistan’dan çekilme hususunda gerçekten ciddi midir? Füze kalkanı konusuyla neyi amaçlamaktadır? NATO’nun yetkilerini neden genişletmeyi istemektedir? Rusya’nın tüm bunlara karşı tutumu nedir? Amerika, bu devletlere istediğini dayatabildi mi? Devletlerarası konumunu güçlendirebildi mi?

H. 16 Zilhicce 1431

22.11.2010

Soru: 11-12.11.2010 günleri arasında Güney Kore’nin başkenti Seul’de “Kriz Sonrasında Ortak Büyüme” sloganı altında G-20 zirvesi düzenlendi. Zirvenin ana konuları arasında döviz kuru ve ticari dengesizlikler vardı. Zirve öncesinde Avrupa özellikle de Fransa, küresel mali sistemde değişiklikler yapılmaya çalışılmasına ilişkin birtakım açıklamalarda bulundu. Aynı şekilde zirveyle eşzamanlı olarak Amerika ile Çin arasında yuan… ve Amerika’nın milyonlarca dolar pompalaması hakkında küçük bir tartışma yaşandı... O halde Avrupa ve Çin, Amerika’nın devletlerarası mali politikadaki dizginlerini frenlemede ne kadar başarılı olmuşturlar?

H. 08 Zilhicce 1431

14.11.2010

Soru: Afgan savaşı neredeyse 10 yılını tamamlamasına rağmen Amerika, hala bataklığın içerisine saplanmış durumdadır… Obama, Afgan savaşını önceliklerinden kılacağını vaat etti ve Bush yönetimini gerçek savaşı ihmal etmekle suçladı. Obama’nın otoriteye gelmesi ve Afganistan’daki terörizme karşı strateji belirlemesinden bu yana Amerika, bu stratejide çelişkili bir görüntü sergilemektedir. Zira Amerika, bir yandan oradaki kuvvetlerinin sayısını artırırken diğer yandan bu fazlalığın 2011 yazında çekileceğini söylemektedir. Bu da bu stratejiye zarar vermektedir. Hatta General Petraeus da dahil bir çok yetkili, stratejinin etkisiz olduğunu, dahası orada Dışişleri Bakanlığı ile askeri birimler arasında bir çatışmanın olduğunu ifade eden birtakım haber raporları vardır.

O halde bu bataklığa düşmesine rağmen Amerika’nın Afganistan’a verdiği önemin boyutu nedir? Gerçekten ortada önceki cumhuriyetçi yönetimin bakışı ile mevcut demokrat yönetimin bakışı arasında bir anlaşmazlık var mıdır? Ayrıca Obama, kendisi ile komutanları arasındaki anlaşmazlıkların duyulmasına rağmen belirlemiş olduğu Afganistan’dan çekilme planında ciddi midir? Özellikle Avrupa’nın bu savaştan “bezmesinden” ve geri çekilme planları olduğuna dair haberlerin sızmasının ardından Afganistan’a komşu ülkelerin bir rolü var mıdır? Bu husustaki beklenti nedir?

H. 12 Zilkade 1431

20.10.2010

Soru: Güvenli ve huzurlu evlilik hayatını Allahu Subhânehu’nun kitabında ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in sünnetinde okuyoruz… Ancak bugün bizler içerisinde yaşadığımız ülkedeki eşler arasında hatta davet taşıyıcısı olan eşler arasında bile büyük anlaşmazlıkların olduğuna şahit olmaktayız. Mesela oturacakları evin yerini seçmede, kocanın ebeveynine karşı muamelede veya kadının ebeveyni ile olan ilişkisinde veya kocasının akrabalarını ziyarette… kocanın akrabalarının ölüm (gibi kaçınılmaz bir durum) olduğunda anlaşmazlık yaşamaktalar… Böylece şu karının hakkı veya bu kocasının hakkı, şu karıya vacip veya bu kocasına vacip gibi eşler arasındaki tartışma sürüp gitmektedir… Her biri şeri hükümlere göre kendisinin haklı olduğunu zannederek kendi görüşüne sımsıkı sarılarak ondan vazgeçmemektedir…

Bu durumda eşlere özellikle de davet taşıyıcılarındansa onlara söylenecek bir söz var mıdır?

Ayrıca şu ayet-i keriminin manası nedir? وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى “Ailene salahı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takva sahiplerinindir.” [Tâha 132]

Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.

H. 25 Şevval 1431

04.10.2010

Soru-1: Müslüman bir avukatın, servetinin bir kısmını yada tamamını köpek bakım kurumu veya gece kulübü gibi bazıları garip olan yada haram olması muhtemel kurumlara vasiyet eden gayrimüslim bir müşterinin vasiyetini İngiliz kanununa göre yazması caiz midir?

Soru-2: Birçok neşriyatlarımızda ve kitaplarımızda ister ayni isterse (altın ve gümüş) destekli kağıt para olsun para hususunda onun altın ve gümüş olacağını zikrettik. Zira Şeyh Abdülkadîm Zellum [Rahimehullah]’ın el-Emvâl kitabında aynı mevzu hakkında şöyle geçmiştir: “Devlet; altın, gümüş ve temel para birimi altın olduğu sürece uygun olan herhangi başka bir madeni kullanabilir.” O halde devlet, altın ve gümüşün yanı sıra platin yada elmas ve benzerleri gibi değerli maden (karşılığı olan) destekli parayı kullanabilir mi?

H. 19 Şevval 1431

28.09.2010

Soru: Ben resim çizimi ile ilgili bir meslekte çalışıyorum ve bu sırada aşağıdaki işleri yapmaya maruz kalıyorum:

* Resimleri düzenleme ve düzeltme, (yani göz rengini veya yüzün bazı özelliklerini değiştirme gibi kırışıklıkları gidermek)

* Gerçeğe benzer insan ve hayvan resmi çizmek

* Baskıda hazırlanan suret ve resimleri kullanmak

* Kendi resmimi kullanmak yerine başka tasarımcıların suretlerini veya resimlerini veya logolarını kullanmak

* İnsan veya hayvan sembolleri çizmek; (“yaya geçidi” veya “yangın merdiveni” veya “köpeklerle gezinti yasaktır” gibi yol levhaları)

* İnsan veya hayvan vücudu parçaları çizmek; (tokalaşma görüntüsü veya işaret parmağı veya at başı... saç gibi)

* Gerçeğe benzemeyen insan ve hayvan resmi çizmek; (karikatür gibi)

* Aslen gerçekte var olmayan hayali masal karakterleri çizmek

Bu işlerin şeri hükmünün açıklanmasını rica ediyorum. Allah sizleri mübarek kılsın.

H. 12 Şevval 1431

21.09.2010

Soru-1: Bir kardeşimize işgal altındaki İslam beldelerinden birinde -Afganistan olması muhtemeldir- tıbbi klinikler açması teklif edildi. Bu klinikler, hem işgal altındaki bu beldenin rejimi hem de işgal güçleri ile sözleşme yapacaktır. Zira onlara tıbbi hizmetler verecektir. Aynı zamanda bu beldede gerekli olan ekipman ve donanımları sağlayacak Türkiye’deki bir tıbbi kuruluşa bağlı olacaktır.

O halde:

-Afganistan ve Filistin gibi işgal altındaki İslami bir beldede -merkezi Türkiye’de olan tıbbi bir kuruluşa bağlı- tıbbi klinikler açmanın şer hükmü nedir?

-İşgal altındaki rejimin avenelerine ve bu beldedeki işgal kuvvetlerine sağlık hizmeti vermenin hükmü nedir?

-Türkiye’deki tıbbi bir kuruluşun -işgal altındaki İslami bir beldede inşa edilecek- klinikler açması, tıbbi ekipman ve donanımlar temin etmesi caiz midir?

-Bir şabın bu işi yapması, yani işgal altındaki bir beldede klinikler açması caiz midir? Bu şabın maaşını Türk tıbbi kuruluşundan alacağı, yani o, bir nevi işgal altındaki bu beldede bu kuruluşun temsilcisi konumunda olacağı bilinmelidir.

Soru-2: Bize fiilen harbi devletlerle ticari mübadelenin/ilişkinin haramlılığına ilişkin olarak 06.02.2006 tarihli detaylı bir cevap göndermiş ve Amerikan malları üzerinde durmuştunuz. Bilindiği üzere Çin, Doğu Türkistan’ı işgal etmekte, orada fesat saçmakta, kadın, çocuk ve yaşlı olmak üzere Müslümanları katletmektedir… Böylece Çin, Müslümanlar açısından fiilen muharip devletler sınıfına girmektedir. Binaenaleyh aynen Amerika’ya olduğu gibi ona karşı fiili savaş hali mi alınmalıdır? Yani ithalat ve benzerleri gibi Çin ile doğrudan herhangi ticari ilişkiye girmek haram mıdır? (Türk pazarlarındaki) üçüncü bir taraftan Çin mallarını satın almak caiz midir yoksa aynı şekilde buda mı haramdır? Bildiğiniz üzere pazarlardaki malların büyük bir çoğunluğunun kaynağı Çin’dir. Bunu açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.

H. 29 Şaban 1431

10.08.2010

Soru: Wikileaks internet sitesi tarafından CIA’nın resmi belgelerinin sızdırılması özellikle de Obama’nın Afganistan ve Pakistan’daki savaşın sürdürülmesi stratejisi hakkında büyük bir medya yaygarası kopartıldı. Gerçekten bu belgelerin sızdırılması Obama’nın bu iki ülkedeki savaşına yönelik büyük bir tehlike mi teşkil etmektedir? David Cameron’un Pakistan ve Pakistan’ın terör ihraç ettiği yönündeki son açıklamalarının bu meseleyle bir ilgisi var mıdır?

H. 22 Şaban 1431

03.08.2010

Soru: Trajik olaylarda akan kanlar daha kurumadan 27.06.2010’da Kırgızistan’da yeni anayasa hakkında referandum yapıldı! Geçici hükümet, durumlar normal haline ve yurtlarından edilenler yıkılan evlerine dönünceye kadar referandumun ertelenmesini kabul etmedi. Bilakis hükümet, tüm bu koşullara rağmen referandumun yapılmasında ısrar etti!

Peki hükümet, yıkılıp yakılan evlerin ve işyerlerin tekrar imar edilmesi ve Güneyde Özbekler ile Kırgızlar arasındaki etnik olaylarda akan kanların tedavi edilmesine hırs göstermek yerine neden referandumun yapılması üzerinde bu kadar çok hırs göstermektedir?

H. 15 Receb 1431

29.06.2010

Soru: Dikkat çekici bir şekilde ortaya çıkıp çoğalan ve bazen kooperatif veya tekafül (dayanışma) veya İslami sigorta şirketleri diye de adlandırılan şirketlerin şeri hükmü nedir? Bilindiği üzere bu şirketlerin sahipleri ve bunun reklamını yapanlar; bunun haram olan ticari şirketlerden farklı olduğunu, çünkü bunun şirkete ödedikleri primler karşılığında birisinin başına bir kaza geldiğinde Müslümanların birbirlerine yardımcı olma çerçevesinde kendi aralarındaki bir yardımlaşmadan ibaret olduğunu söylemektedirler. Ayrıca bu bağlamda Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in, konuyla ilgili olarak ek bahiste açıklandığı üzere yardımlaşmalarından dolayı Eşarileri övdüğü hadisi zikretmektedirler.

H. 24 Cumâde’s Sâni 1431

07.06.2010

Soru: Tefkîr kitabında şu metin geçmektedir: “Buradan da fikrî metnin anlaşılması için sabık malumatların yanı sıra şu üç şart koşulur. Birincisi: Sabık malumatların, anlaşılması istenilen fikrin seviyesinde olması. İkincisi: Vakıasının sınırlandırılıp başkasından ayırt edilerek olduğu gibi idrak edilmesi. Üçüncüsü: Bu vakıanın, hakkında gerçek görüntü veren sahih bir tasavvurla tasavvur edilmesi.”

Burada vakıanın tasavvur edilmesi ile idrak edilmesi arasında ne gibi bir farkın olduğunu örneklerle açıklayabilir misiniz?

H. 15 Cumâde’s Sâni 1431

29.05.2010

Soru-1: İktisat Nizamı kitabının 96. sayfasında şu ibare geçmektedir; Ebu Yusuf, Harac kitabında Saîd İbn-u el-Museyyeb’den Ömer İbn-u el-Hattab’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

... وليس لمحتجر حق بعد ثلاث سنين “Muhtecirin (araziye sınır çeken kimsenin) üç seneden sonra(arazi üzerinde) bir hakkı yoktur.”

Müşrif halakada, Ömer’in bu sözünün üzerinde sahabenin icmâsının gerçekleşmiş olmasından dolayı şeri delil olduğu, dolayısıyla ister satın alma ister miras ister hibe isterse de herhangi başka meşru bir sebep yoluyla olsun bir araziyi mülk edinen kimsenin bu araziyi kullanabileceğini ve üç yıl işletmediği taktirde ise arazinin bu kişiden alınacağı değerlendirmesinde bulundu.

Burada şebabın biri şunları sordu:

1- Delalet bakımından Ömer’in sözüne, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in hadisine muamele edildiği gibi muamele edilir mi?

2- Sahabenin hiç birisinin karşı çıkmamasından dolayı Ömer’in sözüne şeri delil olarak itibar edilir mi? Yani bu, Ömer’in sözü üzerinde sahabenin icmâsı hasıl olduğu anlamına mı gelmektedir?

Burada konu hakkında kesin bir cevap yoktur. Dolayısıyla bunun hakkındaki cevabı rica ediyor size şükran ve taktirlerimizi sunuyoruz.

H. 04 Cumâde’l Ulâ 1431

06.05.2010

Soru: İktisad Nizamı kitabının 106. sayfasında kıymet ve fiyat hakkında geçenleri açıklamanızı rica ediyorum:

Kıymet şu şekilde tarif edildi: “Herhangi bir malın kıymeti; az bulunma faktörü göz önüne alınarak onda var olan menfaat miktarıdır.” Birkaç satır sonra şöyle ekleniyor: “Bu kıymet ise malın gerçek kıymetidir.” Ve şöyle devam ediyor: “Fakat malın fiili değeri, o malın başka bir eşya veya para ile olan bedel miktarı ile takdir edilir.” Oysa bedelin miktarı fiyattır kıymet değildir. Burada malın gerçek kıymeti ile fiili değerinin arası ayırt edilmektedir.

Ancak fiili değeri zikredildikten sonra şöyle deniliyor: “Malın bu değeri, bu şekilde zaman, mekan ve şartların değişimiyle değişmez, sabit kalır.”

Sanki burada da malın gerçek kıymeti ile fiili değerinin arası ayırt edilmemektedir. O halde bu nasıl izah edilir?

Bu sorunun bir yönüdür. Diğer yönüne gelince; verilen örnek şudur: “vasfı belirtilmiş muayyen bir dolap”... “kıymetinin de elli dinar olduğunu”

Buradaki dinar şeri dinar mıdır ki kıymet sabit olsun? Yoksa kağıt dinar mıdır ki bu durumda kıymet nasıl sabit olacak? Ayrıca akit sırasında dolabın kıymeti veya fiyatı belirtildiği sırada bu örneğin daha geniş şekilde açıklanmasını rica ediyorum.

H. 13 Cumâde’l Ulâ 1431

27.04.2010

Soru-1: İslam Şahsiyeti kitabının birinci cildinin 407. sayfasının ikinci paragrafında Sahîh Hadis’in tarifi konusunda şöyle geçmiştir: “‘Udul ve zapt sahibi birisinin yine kendisi gibi birisinden muttasıl bir senedle’ ifadesi ile, sahih hadis mürsel, münkatı ve mu’dal gibi, sahih hadis çeşitlerinden sayılmayan mürsel, münkatı ve mu’dal’dan korunmuş ve ayırt edilmiş olmaktadır. Çünkü mürsel hadis, tabiinin sahabeyi zikretmeden doğrudan doğruya Nebi [SallAllahu Aleyhi Sellem]‘den rivayette bulunmasıdır. Münkatı ise; senedinin bir yerinde veya birkaç yerinde ravilerden birinin düştüğü hadise denir. Mu’dal; bir veya birkaç yerinde iki ravinin düşmesidir. “Mürsel, münkatı ve mu’dal’ın tamamının senedinde kopukluk olduğu için sahih hadis kapsamından çıkarılmıştır.” Bu ise aynı kitabın 414 ila 415. sayfalarında mürselin alınmasının sübut bulmasıyla çelişmektedir. O halde bu nasıl izah edilir? Şükranlarımızı iletiriz.

Soru-2: Şahsiye kitabının 342. sayfasında şu ifade geçmektedir: “Sahabi olduğu bilindiği sürece”: Senedden düştüğü halde onun sahabi olduğu nasıl bilinmektedir? Senedinde ravinin düştüğü her mürseldeki ravinin sahabi olduğunu nasıl takdir edeceğiz? Zannı galiple (en azından bazılarının durumunda) onların Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in hadislerini sahabilerden işittiklerinin nefyedilmesine rağmen tabiinin sahabeden yaptığı rivayetlerin hepsini nasıl kabul edebiliriz? Ayrıca “tabiinin küçüğü ile büyüğü arasında eşitliğin olduğu meşhurdur” söylemi “senedde kopukluğun veya mu’dallığın bulunması sebebiyle” onların mürsellerinin tamamını reddeden kimseler nezdinde doğrudur. Tabiinin yaşça küçük olanlarının en azından bazılarının durumu gördüğümüz gibi ortada olduğu halde bu söylem bizim nezdimizde nasıl sahih olabilir?

Soru-3: Herhangi bir fırka veya mezhebe davet eden bidatçinin rivayetlerinin tamamını niçin reddettik? Oysa ravinin kabulünde veya kabul edilmemesinde esas olan adalet ve zapttır. Dolayısıyla herhangi bir fırka veya mezhebe davetin bu ikisi ile ne alakası var? Ayrıca Şahsiye kitabının birinci cüzünün 401. sayfasının ikinci paragrafında şöyle denmektedir: “Çünkü herhangi bir mezhebe ve guruba çağırmak caiz değildir. Ancak İslam’a çağırıyor ve delillerini ortaya koyarak benimsediği görüşlerini açıklıyorsa rivayeti kabul edilir. Zira bu durumda İslam’a çağırıyor sayılır. Böyle bir kimse rivayetinden dolayı kınanmaz.” Bu da şu soruları ön plana çıkarmaktadır:

-İslam’a davet etmek ile herhangi bir fırka veya mezhebe davet etmek arasında ne fark vardır?

-”İster Şii ister Harici ister Mutezile olsun” kendi görüşlerine davet eden bir kimse kendisinin İslam’ın sahih anlayışını temsil ettiğine inanmıyor mu?

-Mezhepten maksat nedir?

H. 12 Cumâde’l Ulâ 1431

26.04.2010

Page 20 of 23 pages « First  <  18 19 20 21 22 >  Last »