|
|
|
|
|
|
|
|
Siyasi Tahliller |
|
|
Soru: Ben resim çizimi ile ilgili bir meslekte çalışıyorum ve bu sırada aşağıdaki işleri yapmaya maruz kalıyorum:
* Resimleri düzenleme ve düzeltme, (yani göz rengini veya yüzün bazı özelliklerini değiştirme gibi kırışıklıkları gidermek)
* Gerçeğe benzer insan ve hayvan resmi çizmek
* Baskıda hazırlanan suret ve resimleri kullanmak
* Kendi resmimi kullanmak yerine başka tasarımcıların suretlerini veya resimlerini veya logolarını kullanmak
* İnsan veya hayvan sembolleri çizmek; (“yaya geçidi” veya “yangın merdiveni” veya “köpeklerle gezinti yasaktır” gibi yol levhaları)
* İnsan veya hayvan vücudu parçaları çizmek; (tokalaşma görüntüsü veya işaret parmağı veya at başı... saç gibi)
* Gerçeğe benzemeyen insan ve hayvan resmi çizmek; (karikatür gibi)
* Aslen gerçekte var olmayan hayali masal karakterleri çizmek
Bu işlerin şeri hükmünün açıklanmasını rica ediyorum. Allah sizleri mübarek kılsın.
|
|
H. 12 Şevval 1431
|
21.09.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru-1: Bir kardeşimize işgal altındaki İslam beldelerinden birinde -Afganistan olması muhtemeldir- tıbbi klinikler açması teklif edildi. Bu klinikler, hem işgal altındaki bu beldenin rejimi hem de işgal güçleri ile sözleşme yapacaktır. Zira onlara tıbbi hizmetler verecektir. Aynı zamanda bu beldede gerekli olan ekipman ve donanımları sağlayacak Türkiye’deki bir tıbbi kuruluşa bağlı olacaktır.
O halde:
-Afganistan ve Filistin gibi işgal altındaki İslami bir beldede -merkezi Türkiye’de olan tıbbi bir kuruluşa bağlı- tıbbi klinikler açmanın şer hükmü nedir?
-İşgal altındaki rejimin avenelerine ve bu beldedeki işgal kuvvetlerine sağlık hizmeti vermenin hükmü nedir?
-Türkiye’deki tıbbi bir kuruluşun -işgal altındaki İslami bir beldede inşa edilecek- klinikler açması, tıbbi ekipman ve donanımlar temin etmesi caiz midir?
-Bir şabın bu işi yapması, yani işgal altındaki bir beldede klinikler açması caiz midir? Bu şabın maaşını Türk tıbbi kuruluşundan alacağı, yani o, bir nevi işgal altındaki bu beldede bu kuruluşun temsilcisi konumunda olacağı bilinmelidir.
Soru-2: Bize fiilen harbi devletlerle ticari mübadelenin/ilişkinin haramlılığına ilişkin olarak 06.02.2006 tarihli detaylı bir cevap göndermiş ve Amerikan malları üzerinde durmuştunuz. Bilindiği üzere Çin, Doğu Türkistan’ı işgal etmekte, orada fesat saçmakta, kadın, çocuk ve yaşlı olmak üzere Müslümanları katletmektedir… Böylece Çin, Müslümanlar açısından fiilen muharip devletler sınıfına girmektedir. Binaenaleyh aynen Amerika’ya olduğu gibi ona karşı fiili savaş hali mi alınmalıdır? Yani ithalat ve benzerleri gibi Çin ile doğrudan herhangi ticari ilişkiye girmek haram mıdır? (Türk pazarlarındaki) üçüncü bir taraftan Çin mallarını satın almak caiz midir yoksa aynı şekilde buda mı haramdır? Bildiğiniz üzere pazarlardaki malların büyük bir çoğunluğunun kaynağı Çin’dir. Bunu açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.
|
|
H. 29 Şaban 1431
|
10.08.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Wikileaks internet sitesi tarafından CIA’nın resmi belgelerinin sızdırılması özellikle de Obama’nın Afganistan ve Pakistan’daki savaşın sürdürülmesi stratejisi hakkında büyük bir medya yaygarası kopartıldı. Gerçekten bu belgelerin sızdırılması Obama’nın bu iki ülkedeki savaşına yönelik büyük bir tehlike mi teşkil etmektedir? David Cameron’un Pakistan ve Pakistan’ın terör ihraç ettiği yönündeki son açıklamalarının bu meseleyle bir ilgisi var mıdır?
|
|
H. 22 Şaban 1431
|
03.08.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Trajik olaylarda akan kanlar daha kurumadan 27.06.2010’da Kırgızistan’da yeni anayasa hakkında referandum yapıldı! Geçici hükümet, durumlar normal haline ve yurtlarından edilenler yıkılan evlerine dönünceye kadar referandumun ertelenmesini kabul etmedi. Bilakis hükümet, tüm bu koşullara rağmen referandumun yapılmasında ısrar etti!
Peki hükümet, yıkılıp yakılan evlerin ve işyerlerin tekrar imar edilmesi ve Güneyde Özbekler ile Kırgızlar arasındaki etnik olaylarda akan kanların tedavi edilmesine hırs göstermek yerine neden referandumun yapılması üzerinde bu kadar çok hırs göstermektedir?
|
|
H. 15 Receb 1431
|
29.06.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Dikkat çekici bir şekilde ortaya çıkıp çoğalan ve bazen kooperatif veya tekafül (dayanışma) veya İslami sigorta şirketleri diye de adlandırılan şirketlerin şeri hükmü nedir? Bilindiği üzere bu şirketlerin sahipleri ve bunun reklamını yapanlar; bunun haram olan ticari şirketlerden farklı olduğunu, çünkü bunun şirkete ödedikleri primler karşılığında birisinin başına bir kaza geldiğinde Müslümanların birbirlerine yardımcı olma çerçevesinde kendi aralarındaki bir yardımlaşmadan ibaret olduğunu söylemektedirler. Ayrıca bu bağlamda Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in, konuyla ilgili olarak ek bahiste açıklandığı üzere yardımlaşmalarından dolayı Eşarileri övdüğü hadisi zikretmektedirler.
|
|
H. 24 Cumâde’s Sâni 1431
|
07.06.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Tefkîr kitabında şu metin geçmektedir: “Buradan da fikrî metnin anlaşılması için sabık malumatların yanı sıra şu üç şart koşulur. Birincisi: Sabık malumatların, anlaşılması istenilen fikrin seviyesinde olması. İkincisi: Vakıasının sınırlandırılıp başkasından ayırt edilerek olduğu gibi idrak edilmesi. Üçüncüsü: Bu vakıanın, hakkında gerçek görüntü veren sahih bir tasavvurla tasavvur edilmesi.”
Burada vakıanın tasavvur edilmesi ile idrak edilmesi arasında ne gibi bir farkın olduğunu örneklerle açıklayabilir misiniz?
|
|
H. 15 Cumâde’s Sâni 1431
|
29.05.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru-1: İktisat Nizamı kitabının 96. sayfasında şu ibare geçmektedir; Ebu Yusuf, Harac kitabında Saîd İbn-u el-Museyyeb’den Ömer İbn-u el-Hattab’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
... وليس لمحتجر حق بعد ثلاث سنين “Muhtecirin (araziye sınır çeken kimsenin) üç seneden sonra(arazi üzerinde) bir hakkı yoktur.”
Müşrif halakada, Ömer’in bu sözünün üzerinde sahabenin icmâsının gerçekleşmiş olmasından dolayı şeri delil olduğu, dolayısıyla ister satın alma ister miras ister hibe isterse de herhangi başka meşru bir sebep yoluyla olsun bir araziyi mülk edinen kimsenin bu araziyi kullanabileceğini ve üç yıl işletmediği taktirde ise arazinin bu kişiden alınacağı değerlendirmesinde bulundu.
Burada şebabın biri şunları sordu:
1- Delalet bakımından Ömer’in sözüne, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in hadisine muamele edildiği gibi muamele edilir mi?
2- Sahabenin hiç birisinin karşı çıkmamasından dolayı Ömer’in sözüne şeri delil olarak itibar edilir mi? Yani bu, Ömer’in sözü üzerinde sahabenin icmâsı hasıl olduğu anlamına mı gelmektedir?
Burada konu hakkında kesin bir cevap yoktur. Dolayısıyla bunun hakkındaki cevabı rica ediyor size şükran ve taktirlerimizi sunuyoruz.
|
|
H. 04 Cumâde’l Ulâ 1431
|
06.05.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: İktisad Nizamı kitabının 106. sayfasında kıymet ve fiyat hakkında geçenleri açıklamanızı rica ediyorum:
Kıymet şu şekilde tarif edildi: “Herhangi bir malın kıymeti; az bulunma faktörü göz önüne alınarak onda var olan menfaat miktarıdır.” Birkaç satır sonra şöyle ekleniyor: “Bu kıymet ise malın gerçek kıymetidir.” Ve şöyle devam ediyor: “Fakat malın fiili değeri, o malın başka bir eşya veya para ile olan bedel miktarı ile takdir edilir.” Oysa bedelin miktarı fiyattır kıymet değildir. Burada malın gerçek kıymeti ile fiili değerinin arası ayırt edilmektedir.
Ancak fiili değeri zikredildikten sonra şöyle deniliyor: “Malın bu değeri, bu şekilde zaman, mekan ve şartların değişimiyle değişmez, sabit kalır.”
Sanki burada da malın gerçek kıymeti ile fiili değerinin arası ayırt edilmemektedir. O halde bu nasıl izah edilir?
Bu sorunun bir yönüdür. Diğer yönüne gelince; verilen örnek şudur: “vasfı belirtilmiş muayyen bir dolap”... “kıymetinin de elli dinar olduğunu”
Buradaki dinar şeri dinar mıdır ki kıymet sabit olsun? Yoksa kağıt dinar mıdır ki bu durumda kıymet nasıl sabit olacak? Ayrıca akit sırasında dolabın kıymeti veya fiyatı belirtildiği sırada bu örneğin daha geniş şekilde açıklanmasını rica ediyorum.
|
|
H. 13 Cumâde’l Ulâ 1431
|
27.04.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru-1: İslam Şahsiyeti kitabının birinci cildinin 407. sayfasının ikinci paragrafında Sahîh Hadis’in tarifi konusunda şöyle geçmiştir: “‘Udul ve zapt sahibi birisinin yine kendisi gibi birisinden muttasıl bir senedle’ ifadesi ile, sahih hadis mürsel, münkatı ve mu’dal gibi, sahih hadis çeşitlerinden sayılmayan mürsel, münkatı ve mu’dal’dan korunmuş ve ayırt edilmiş olmaktadır. Çünkü mürsel hadis, tabiinin sahabeyi zikretmeden doğrudan doğruya Nebi [SallAllahu Aleyhi Sellem]‘den rivayette bulunmasıdır. Münkatı ise; senedinin bir yerinde veya birkaç yerinde ravilerden birinin düştüğü hadise denir. Mu’dal; bir veya birkaç yerinde iki ravinin düşmesidir. “Mürsel, münkatı ve mu’dal’ın tamamının senedinde kopukluk olduğu için sahih hadis kapsamından çıkarılmıştır.” Bu ise aynı kitabın 414 ila 415. sayfalarında mürselin alınmasının sübut bulmasıyla çelişmektedir. O halde bu nasıl izah edilir? Şükranlarımızı iletiriz.
Soru-2: Şahsiye kitabının 342. sayfasında şu ifade geçmektedir: “Sahabi olduğu bilindiği sürece”: Senedden düştüğü halde onun sahabi olduğu nasıl bilinmektedir? Senedinde ravinin düştüğü her mürseldeki ravinin sahabi olduğunu nasıl takdir edeceğiz? Zannı galiple (en azından bazılarının durumunda) onların Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in hadislerini sahabilerden işittiklerinin nefyedilmesine rağmen tabiinin sahabeden yaptığı rivayetlerin hepsini nasıl kabul edebiliriz? Ayrıca “tabiinin küçüğü ile büyüğü arasında eşitliğin olduğu meşhurdur” söylemi “senedde kopukluğun veya mu’dallığın bulunması sebebiyle” onların mürsellerinin tamamını reddeden kimseler nezdinde doğrudur. Tabiinin yaşça küçük olanlarının en azından bazılarının durumu gördüğümüz gibi ortada olduğu halde bu söylem bizim nezdimizde nasıl sahih olabilir?
Soru-3: Herhangi bir fırka veya mezhebe davet eden bidatçinin rivayetlerinin tamamını niçin reddettik? Oysa ravinin kabulünde veya kabul edilmemesinde esas olan adalet ve zapttır. Dolayısıyla herhangi bir fırka veya mezhebe davetin bu ikisi ile ne alakası var? Ayrıca Şahsiye kitabının birinci cüzünün 401. sayfasının ikinci paragrafında şöyle denmektedir: “Çünkü herhangi bir mezhebe ve guruba çağırmak caiz değildir. Ancak İslam’a çağırıyor ve delillerini ortaya koyarak benimsediği görüşlerini açıklıyorsa rivayeti kabul edilir. Zira bu durumda İslam’a çağırıyor sayılır. Böyle bir kimse rivayetinden dolayı kınanmaz.” Bu da şu soruları ön plana çıkarmaktadır:
-İslam’a davet etmek ile herhangi bir fırka veya mezhebe davet etmek arasında ne fark vardır?
-”İster Şii ister Harici ister Mutezile olsun” kendi görüşlerine davet eden bir kimse kendisinin İslam’ın sahih anlayışını temsil ettiğine inanmıyor mu?
-Mezhepten maksat nedir?
|
|
H. 12 Cumâde’l Ulâ 1431
|
26.04.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru-1: İçtimai Nizam kitabının 147. sayfasında yerine getirilmediği takdirde evlilik akdini batıl kılan evlilik akdinin şartları zikredilmiştir. Yine kitabın 148. sayfasında yerine getirilmediği takdirde evlilik akdini ifsat eden evliliğin sıhhat şartları zikredilmiştir. Ancak ben, bunların arasında “mihrin” zikredildiğini göremedim. O halde mihr, akit ve sıhhat şartlarından değilse, yani mihr olmadan evlilik akdi sahih oluyorsa bu durumda evlilik akdine göre mihrin konumu nedir?
Soru-2: Mukaddime kitabının birinci cüzünün 89. sayfasının üçüncü paragrafında aşağıdaki ifade geçmektedir:
“...Allah’ın ahirette azap kıldığı şeyle -ki o ateştir- cezalandırmanın, yani ateşle yakarak cezalandırmanın caiz olmamasını kapsar.”
Yine 92. sayfasının “ortasında” aşağıdaki ifade geçmektedir:
“...Zira şari, suçluların cezalandırılacağı ukubatları belirlemiştir ki bunlar şunlardır: Öldürmek, kırbaçlamak, recmetmek, sürgün etmek, kesmek, hapsetmek, malını telef etmek, para cezası vermek, teşhir etmek ve bedenin herhangi bir kısmını ateşle dağlamak. Bunların dışında kalanlarla bir kişiyi cezalandırmak helal değildir.”
Şimdi soru şudur: O halde ateşle işkence etmenin caiz olmaması ile ateşle dağlamanın caiz olması sözünün arası nasıl örtüştürülür?
Soru-3: Mefhumlar kitabının 46. sayfasında şu ifade geçmektedir: “Bununla birlikte Kâbe çevresinde tavâf, Hacer-ul Esved’e dokunup öpmek, Safâ ile Merve arasında say gibi birçok hac meşarları...” “Meşar” kelimesi, bunun gibi başka yerlerde de geçmektedir.
Doğru olanı, “hac meşarları...” ifadesi yerine “Bununla birlikte birçok haç şiarları” ifadesinin kullanılması değil midir? Şayet bu doğruysa “meşarları” kelimesi, varit olduğu üzere “şiarlar” kelimesi şeklinde tashih edilecek midir?
Soru-4: “Hilafet Devleti’nin Cihazları” kitabının 173. sayfasının üstten 1. satırında şöyle geçmektedir: “el-Yemame’de ona, yani Ebî Huzeyfe’nin mevlası Sâlim’e ölüm isabet edince, onun mirası Ömer ibn-ul Hattab’a getirildi…”
Bilindiği üzere el-Yemame savaşı Halife Ebî Bekir döneminde meydana gelmiştir. Metinde ise Ömer İbn-ul Hattab geçmiştir. O halde bunu nasıl örtüştürebiliriz?
|
|
H. 08 Cumâde’l Ulâ 1431
|
22.04.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: İktisat Nizamı kitabının 31. sayfasında eşyanın değeri şöyle tarif edilmiştir: “Az bulunurluluk faktörü dikkate alınarak maldaki faydanın miktarıdır.” Yine 32. sayfada daha ayrıntılı olarak şöyle geçmiştir: “Değere gelince; takdirden bir parça olduğu dikkate alınmaksızın onun takdirine tahakküm eden şey, az bulunurluk faktörü dikkate alınarak takdir sırasında maldaki faydanın miktarıdır.” Dolayısıyla az bulunurluk faktörü takdire dahil değildir. O halde niçin tarife dahil edilmiştir? Az bulunurluk faktörünün dikkate alınmasının ne faydası vardır? Bunu açıklamanızı ve Allah’ın sizleri hayırla mükafatlandırmasını temenni ederiz.
|
|
H. 04 Rabî-ul Âhir 1431
|
21.04.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Kırgızistan’da olaylar kızıştı, muhalefet 08.04.2010’da Bakiyev’e karşı darbe yaparak bunda başarılı oldu, otoriteyi ele geçirdi ve Bakiyev doğum yeri olan ülkenin güneyine kaçtı. Ardından bugün, yani 16.04.2010 günü istifa ederek Kazakistan’a gitti… Bu sırada darbeyi ilk tanıyan ve kutlayan Rusya oldu. Zira geçici Başbakan Roza Otunbayeva, 08.04.2010 Perşembe günü, yani geçici hükümetin işlerin dizginlerini ele geçirdiği gün Rusya Başbakanı Putin ile resmi bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Bu da olayların arkasında Rusya’nın olduğu anlamına gelmektedir. Şayet bu doğruysa 2005 yılında Asker Akayev’e karşı düzenlenen darbeyle yönetime getirdiği ve 23.07.2009’daki son seçimlerde desteklediği Bakiyev’e karşı Rusya nasıl olur da böyle bir darbe yapabilir? Rusya’yı kışkırtan ve Bakiyev’i devirmesine sebep olan şey onun Manas’daki Amerikan askeri üssünü kapatmaması mıdır?
|
|
H. 02 Cumâde’l Ulâ 1431
|
17.04.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: İslam Devleti kitabının 16. sayfasının ilk paragrafında şu metin geçmektedir: “Bunun içindir ki Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in İslam’ı ilan etmesi Mekke kafirleri üzerinde yeni bir şey olmadı. Ancak yeni olan şey bu mümin kitlenin açığa çıkması idi. Nitekim Hamza İbn-u Abdulmuttalib Müslüman olup Hamza’nın Müslüman olmasından üç gün sonra da Ömer İbn-u el-Hattab’ın Müslüman olmasıyla Müslümanlar güçlenince Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in üzerine Allahuteala’nın şu kavli inzal oldu:
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّهِ إِلـهاً آخَرَ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ “Emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden de yüz çevir. Muhakkak ki alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Allah ile birlikte başka ilah edinenler var ya! Yakında (başlarına gelecek akıbeti) bileceklerdir.” [el-Hicr 94 96]
Dolayısıyla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Allah’ın emrini açıkça söyledi ve her ne kadar Müslümanlardan bazıları gizlenip bazıları da Mekke’nin fethine kadar saklandıysalar da kitleyi tüm insanlar için açığa çıkardı. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in bu kitlenin işini açığa çıkarmadaki üslubu şöyle oldu: Ashabını iki saf halinde dışarı çıkardı. Bu safların birinin başında Hamza İbn-u Abdulmuttalib, ikinci saffın başında ise Ömer İbn-u Hattab vardı. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], onlarla birlikte Arapların daha önce hiç görmedikleri dakik bir düzen içerisinde Kabe’ye gitti ve onlarla birlikte Kabe’yi tavaf etti. Bununla birlikte Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], ashabının içerisinde gizlenip saklanma döneminden açığa çıkma dönemine geçti.”
Oysa ben Ömer’in Müslüman olmasının, Habeşistan’a hicretten sonra, yani bisetin üçüncü senesinden değil de altıncı senesinden sonra olduğunu okudum. Nitekim bu hususta bazı rivayetler varit olmuştur:
Abdullah İbn-u Amir İbn-u Rabîa annesi Leyla’nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bizim Müslüman olmamız hususunda bize karşı insanların en katısı Ömer İbn-u el-Hattab idi. Zira Habeşistan topraklarına doğru yola çıkmaya hazırlandığımız sırada Ömer İbn-u el-Hattab geldi. Ben de tam devemin üzerinde hareket etmek istiyordum ki şöyle dedi: “Abdullah’ın annesi nereye?” Ben de dedim ki: “Dinimizden dolayı bizlere eziyet ettiniz. Biz de Allah’ın eziyet görmeyeceğimiz arzına gidiyoruz.” Bunun üzerine Ömer: “Allah yar ve yardımcınız olsun dedi” ve sonra da gitti. Derken eşim Amir İbn-u Rabîa geldi ve ona Ömer’de gördüğüm inceliği anlatınca şöyle dedi: “Onun Müslüman olmasını mı bekliyorsun? Vallahi Hattab’ın eşeği Müslüman oluncaya kadar o Müslüman olmaz.” [Taberani rivayet etti. el-Heysemî şöyle dedi: İbn-u İshak işittiğini açıkladı. Dolayısıyla bu sahihtir]
İbn-i Kesir, el-Bidâye ve’n Nihâye kitabında; Müslüman olduğu sırada Kureyş‘in ona yaptıklarını gören Abdullah İbn-u Ömer’in rivayetlerini Ömer’in Müslüman oluşunun gecikmesine dair istidlalde bulunmuştur. Zira İbn-i Kesir şöyle dedi: “Bu, Ömer’in Müslüman oluşunun geciktiğini gösteren ceyyid ve güçlü bir isnaddır. Çünkü İbn-u Ömer, 14 yaşındayken Uhud gününe katıldı. Uhud ise hicretin üçüncü senesinde olduğuna göre babasının Müslüman olduğu gün kendisi mümeyyiz idi. Dolayısıyla onun, yani Ömer’in Müslüman oluşu hicretten yaklaşık dört yıl önce olmuştur. Bu da bisetten yaklaşık dokuz yıl sonra demektir. En iyisini bilen Allah’tır.”
İslam Devleti kitabında istidlal edilen Müslümanların iki saf halinde dışarı çıkması hadisine gelince; böyle bir şey sabit değildir. Nitekim bu hadisi, Ebu Naîm el-Lıhye kitabında rivayet etmiş olup onun dışında hiç kimse rivayet etmemiştir. Ancak İbn-u Asakir nâzil bir senedle, yani el-Lıhye’de geçen aynı senedle Tarih kitabında rivayet etmiştir. Bu senedde ise Eban İbn-u Salih vardır ki o güçlü bir ravi değildir. Ondan da İshak İbn-u Abdullah ed-Dimeşkî rivayet etmiştir ki Sâhıb-ul Kenz’in dediğine göre o da metruktur.
Şayet yukarıdakiler doğru ise kitapta geçenlerin tashih edilmesi gerekmez mi?
|
|
H. 30 Rabîu’s Sâni 1431
|
14.04.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Ukrayna’da 07.02.2010 tarihinde ikinci tur devlet başkanlığı seçimleri yapıldı. Seçimlerin ilk turunda sadece %5 oy alan ve turuncu devrimle iktidara gelen mevcut devlet başkanı Viktor Yuschenko ikinci turda dahi yarışamazken, ilk turda sırasıyla %35 ve %25 oy almış olan Yanukovic ve Timoschenko ikilisi, ikinci turda da yarışmayı sürdürmüşler. Nitekim eski başbakan ve 2004’ün devrik cumhurbaşkanı Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç, %48’e varan oy oranıyla yaklaşık %46 oy alan Timoschenko’yu geçmiş ve devlet başkanlığı koltuğuna oturmaya hak kazanmıştır. O halde seçimleri Rusya yanlısı Yanukoviç‘in kazanması turuncu devrimin sona erdiği ve Ukrayna’nın tekrar Rusya’nın yörüngesine girdiği anlamına mı gelmektedir? Bundan sonraki dönemlerde Ukrayna üzerindeki Amerikan-Rus nüfuz çatışması nasıl seyredecektir?
|
|
H. 04 Rabî-us Sâni 1431
|
20.03.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Bizlerin ve başkalarının bazı hitaplarında Mescid-i Aksa hakkında “Harameyn-iş Şerifeyn’in [Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi] üçüncüsü” ifadesinin kullanıldığını mülahaza ettim. Oysa Mescid-i Aksa şeri hükümler açısından Harameyn-iş Şerifeyn’den [Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’den] farklıdır. O halde bu ifadenin kullanılması caiz midir?
|
|
H. 02 Rabi’us Sânî 1431
|
16.03.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: 1. Biri İslam Devleti kitabının 67. sayfasının ikinci paragrafı ve diğeri Maliye kitabının 37. sayfasının birinci paragrafı olmak üzere Abdullah İbn-u Cahş [RadıyAllahu Anh]’ın seriyesi hakkında farklı iki rivayet geçmiştir:
İslam Devleti kitabındaki birinci rivayette şöyle zikredilmiştir: “... Bedir Gazvesi’nin başlangıcı olan Abdullah İbn-u Cahş seriyesi… Bu seriyenin hikayesi şöyledir ki Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], hicretin ikinci senesinin Receb ayında Abdullah İbn-u Cahş ve beraberinde bir gurup muhaciri gönderdi…”
Maliye kitabındaki ikinci rivayette ise şöyle zikredilmiştir: “...Abdullah İbn-u Cahş seriyesinin ganimetidir. Bu ganimet, hicretin ikinci senesinin Cumâde’l Âhira ayında elde ettiği insan ve ticari eşya ile yüklü olan Kureyş‘in bazı develeriydi…”
Yani bir rivayette Receb diğer rivayette Cumâde’l Âhira ayında geçmektedir. Bu ihtilaf nasıl izah edilir?
2. Aynı şekilde İslam Devleti kitabının 120. sayfasının ilk paragrafında şöyle geçmiştir: “Müslümanlar Mute’den döndüklerinde onlardan pek çok kişi öldürülmüştü...” Bu nasıl olur? Oysa bazı rivayetlerde şehitlerin on iki kişi olduğunu okudum. Bunu açıklayabilir misiniz? Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.
|
|
H. 17 Rabî-ul Evvel 1431
|
14.03.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: 18.02.2010 Perşembe günü Nijerli askeri kaynaklar, Binbaşı Adem Harun liderliğindeki askerlerin Devlet Başkanı Muhammed Tanja’ya karşı askeri darbe yaptığını, devlet başkanı ile hükümet üyelerinin başkent Niamey’deki devlet başkanlığı sarayına yakın bir yerde alıkonulduğunu, anayasanın askıya alındığını ve tüm devlet kurumlarının feshedildiğini duyurdu. O halde Nijer’deki bu darbe, Fransa’nın nüfuz sahibi olduğu bu kadim Fransız sömürgesinde Fransa’nın ajanları arasındaki yerel çatışma yüzünden meydana gelen önceki darbeler gibi midir yoksa devletlerarası bir çatışma mıdır? Allah sizleri hayırla mükâfatlandırsın.
|
|
H. 06 Rabî-ul Evvel 1431
|
20.02.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Obama yönetimi, 29.01.2010 günü Amerikan kongresine Tayvan’a Patroit Füzeleri, helikopter, mayın tarama gemisi, F16 savaş uçaklarının iletişim donanımlarını kapsayan 6,4 milyar dolar tutarında silah satmayı planladığını bildirdi.
O halde Tayvan’la silah anlaşmasından Amerika’nın çıkarı nedir? Ekonomik kriz döneminde kısmen kendisini desteklemesinin yanı sıra özellikle Obama’nın gelmesi ve 2009 kasım ayında Çin’i ziyaret etmesinin ardından Çin ile olan ilişkilerinin iyileşmeye başladığı bir sırada Amerika, Çin’le ilişkilerini nasıl olur da riske sokabilir? Tayvan’ı Çin’in temsilcisi olarak tanımaktan vazgeçmesinden sonra Tayvan’ın Amerika için bir önemi var mıdır? Yoksa bunun arkasında başka maksatlar mı vardır? Bunu açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.
|
|
H. 16 Safer 1431
|
01.02.2010 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Son günlerde Sudan Halk Kurtuluş Hareketi ile Ulusal Kongre Partisi arasında yarı gerginliğin sürdüğü mülahaza edilmiştir: Muhalefet güçleriyle birlikte Cuba Konferansı yapılmış, kalabalık yürüyüşler ve mitingler düzenlenmiştir…. Oysa Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin muhalefetin içerisinde değil de hükümet içerisinde olduğu sanılmaktadır. Ardından Selvakir’in Afrika ile Avrupa turları gerçekleşmesi ve Amerikan elçisi “Gration’un” başarısızlığı hakkındaki söylentilerin yayılmasının yanı sıra parlamento, bu hafta içerisinde Sudan Kurtuluş Halk Hareketi’nin muhalefetine rağmen ulusal güvenlik yasasını onaylamış ve bugün de, yani 22.12.2009’da Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin oturumu boykot etmesine rağmen referandum yasasını da onaylamıştır. O halde Sudan Halk Kurtuluş Hareketi ile Ulusal Kongre Partisi arasındaki bu gerginliğin gerçek bir gerginlik olduğunu söylemek mümkün müdür? Şayet böyleyse Hareket, sadakatini Amerika’dan Avrupa’ya özellikle de İngiltere’ye çevirdiği anlamına mı gelmektedir? Yoksa bu, Amerika’nın çevirdiği sanal bir gerginlik midir?
|
|
H. 05 Muharrem 1431
|
22.12.2009 |
|
|
|
|
|
|
Soru: Bugünlerde özellikle Avrupa ve Amerika’daki medyada, önümüzdeki 2011 yılında yapılacak devlet başkanlığı seçimlerinde aday olmayacağını açıklayan Hüsnü Mübarek’ten sonra Mısır’ın gelecek devlet başkanı hakkındaki analizler artmıştır. Bu bağlamda Cemal Mübarek, Eymen Nur, Muhammed el-Baraday, Amr Musa… ve başkalarının isimleri geçmektedir. Ancak bu ifadeler arasında en çok ön plana çıkanlar Cemal Mübarek’in yanı sıra Eymen Nur’un şansı olduğunu ifade eden analizlerdir.
Bizler Cemal Mübarek’in babası gibi Amerika’ya sadık olduğunu biliyoruz. O halde özellikle Obama’nın ziyaretinin hemen öncesinde serbest bırakılmış olan Eymen Nur da aynı kafileden midir? Yoksa Eymen Nur Avrupa’nın adamlarından mıdır? Şayet bu doğruysa Avrupa özellikle de İngiltere, yıllardır Mısır’daki güçlü Amerikan nüfuzunun ardından Mısır’da kendisine bir dayanak olmasını mı arzulamaktadır?
|
|
H. 28 Zilhicce 1430
|
15.12.2009 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|