Aya

istabl.
1953
HT logo
 
 
 
               
 

Siyasi Tahliller
Konu
İndir

Soru:

Ordu, İç güvelik, Sanayi ve Devletlerarası İlişkileri daire olarak değil, müstakil cihaz olarak benimsemekteyiz. Niye daire sözcüğü kullanılıyor da cihaz sözcüğü kullanılmıyor? Allah hayrınızı artırsın.

H. 21 Zilhicce 1433

15.11.2012

Soru: Son zamanlarda Kuzey Mali’de askerî müdahale hakkındaki konuşmalar tırmanmakta olup 11.11.2012 pazar günü de Kuzey Mali’nin yeniden Mali devletine ilhak edilmesini tartışmak için Batı Afrika Ekonomik Topluluğu Liderleri (ECOWAS) bir araya gelmiş ve kararları ise kesin olmayan dalgalı kararlar olmuştur. Nitekim Mali’ye 3300 asker gönderilmesi kararı almışlardır. Ancak aynı zamanda siyasî uzlaşı kapısının kapatılmamasını açıklamışlardır. Dahası diyalog kapısını açık bırakmışlardır… Bu ise Güvenlik Konseyinin bu gurup için 45 gün mühlet veren 15.10.2012 tarihindeki 2071 sayılı kararının ardından gerçekleşmiştir… İşte onun ve bunun arasında, Afrika’da sömürgeci etkisi olan büyük devletlerin tutumları tırmanmaya başlamıştır. Nitekim bunlardan en güçlü ve ısrarlı bir şekilde Fransa’nın, daha az ölçüde Amerika’nın ve önemsize yakın bir şekilde de İngiltere’nin askerî müdahale tutumları olmuştur… Ancak dikkat çekici olan Cezayir’in bu hususta bir merkez olmasıdır. Zira bu devletlerin yetkilileri, buraya defalarca ziyarette bulunmuşlar ve heyetin biri gidip biri gelmiştir… Ancak o, hala askerî müdahaleye karşıdır.

Soru şudur:  O halde Cezayir, kendisiyle bağlantılar olması bakımından özellikle Amerika ve Fransa olmak üzere neden bu devletler arasındaki bir rekabet istasyonu haline gelmiştir? Sonra neden İngiltere’nin sesi kısık görünmektedir? Dahası bu devletlerin tutumları ve Cezayir ile olan bağlantıları yoluyla hedefledikleri nedir?

H. 27 Zilhicce 1433

13.11.2012

Soru:

es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi

İktisat Nizamının faiz ve paranın para ile değiştirilmesi başlığı altında s. 261’de “Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den rivayet edilen şu hadislere gelince; الطعام بالطعام مثلا بمثل “Yiyecek, yiyecekle misli misliyle “...Bu hadislerin hepsi de tahrim illetinin yiyecek olduğuna delâlet etmiyor. Ancak ribânın yiyecekte hâsıl olduğuna delâlet ediyor ki, bu da bütün yiyecek cinsine şamil olur. Zira bu, umumidir. Bunun üzerine yiyecek nevilerini tayin edip ribâyı sadece onlara tahsis eden hadis geldi.”

Benim iki sorum var, açıklığa kavuşturulmasını rica ediyorum Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın:

1- Niye burada Ubâde ibn Samet’in -altı sınıfın hepsinin zikredildiği hadisin- الطعام بالطعام مثلا بمثل “Yiyecek, yiyecekle misli misliyle” hadisini tahsis ettiğini söyledik? Oysa buradaki haliyle genel ve özel arasında hiçbir çelişki yoktur ki, geneli özel üzerine hamledelim diyelim. Hamletmek, çelişkiyi gidermek için olur.

2- Niye şu dört sınıfta buğday, arpa, hurma ve tuzda var olan [الطُعم] yiyecek manası illet olarak kabul edilmiyor? Hâlbuki hem türemiş bir lafız olduğu hem de anlaşılabilir münasip bir vasıf olduğu bilinmektedir.

H.27 Zilka’de 1433

12.10.2012

Soru:

Rikâz [Define] meselesiyle alakalıdır. Kitâb’ul Emvâl kitabında Rikâz’da beşte bir var diye belirtildi. Buradaki soru ise, haç ve fildişinden üretilmiş heykeller gibi belli bir biçimi olan veya hayatta belli bir bakış açısını ifade eden madenler ve şekillerle alakalıdır. Bunlar Rikâz’dan olduklarında mal edinilir mi? Yani satılıp parasından yararlanmak ve beşte bir vermek caiz mi?

H.18 Zilka’de 1433

03.10.2012

Soru.: Amerikan Savunma Bakanı, 16-17.09.2012’de Japonya’yı ziyareti sırasında şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Çin ile Japonya arasında süren adalar konusundaki bu çatışma, genişleyebilir.” [AFP / 17.09.2012] Ve şöyle demiştir: “Ben endişeliyim. Çünkü bu ülkelerin tartışmalı adalar konusunda birbirleriyle provokasyonlara girmeleri halinde bu, bir taraftan yanlış karar alma olasılığını artırabileceği gibi diğer taraftan da çatışmayla sonuçlanacak şiddete yol açabilir.” [Aynı kaynak] Bu ise Japonya’nın, 11.09.2012’de Doğu Çin Denizi Takımadası‘ndaki bir Japon ailesinden mülkiyeti olduğunu iddia edip Senkaku olarak adlandırdığı üç adayı satın aldığını açıklamasının akabinde gerçekleşmiştir. Buda Japonya ile Diaoyu olarak adlandırdığı adanın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu iddia eden Çin arasında bir gerginlik oluşturmuştur. Bunun üzerine Çin, bu adaya doğru iki savaş gemisi göndermiştir…

Soru şudur: Japonya, neden bu durumda böylesi bir adım atmıştır? Bu çatışmada Amerika’nın bir rolü var mıdır? Bu durum, bu iki ülke arasında bir savaşın patlak vermesine neden olabilir mi yoksa bu, sakinleşecek olan bir fırtına mıdır?

H. 04 Zilkade 1433

20.09.2012

Soru:

Birden fazla müçtehidi taklit etmenin caiz olmadığı meselesine dönük net bir açıklama var mıdır? Sonra bu meselenin, bir mi yoksa daha fazla mı olduğunu nasıl anlayacağız? Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

H. 23 Şevval 1433

06.09.2012

Aşağıdaki soru bize, şebâbtan birinden gelmiştir ki size sorunun metnini aktarıyorum:

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi Veberakatuh… Suriye’de, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in râyesi hakkındaki tartışma çoğaldı... Bunlardan biri de internet sitesi üzerinden, “Suriyelilerin Bağlanması Gereken Belli Bir Bayrak Var mıdır” başlığı altında “Şam İslam Heyetine” yöneltilen sorudur?

Cevapta şöyle denilmiştir: “Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘den savaş bayrakları için tek bir renk veya tek bir şekil varit olmamıştır. Nitekim Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in bazen siyah bazen de beyaz râyesinin olduğu sabit olmuştur. Aynı şekilde sarı olduğu da söylenmektedir… Dolayısıyla bazı gericilerin hayal ettiği gibi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu râyelerin üzerine herhangi bir şey yazdığı da sabit olmamıştır. Nitekim Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in râyesinin üzerinde [لا إله إلا الله محمد رسول الله]’ın yazılı olduğu şeklinde İbn-u Abbas’tan varit olan hadise gelince; bu hadis, alimlerin de dediği gibi batıl bir hadistir.”

Sizden, bu konu hakkında detaylı bir cevap vermenizi bekliyorum. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

H. 15 Şevval 1433

01.09.2012

Soru: Son zamanlarda Nijerya ve Kenya’da gerçekleşen bazı durumlar, olaylar, şartlar ve çatışmalar gözlemcilerin dikkatini çekmiştir… O halde bu, Amerika Birleşik Devletleri veya İngiltere veya da diğer güçlerin şu anda Nijerya’da, 2007 genel seçimlerin ardından da Kenya’da olmak üzere Afrika’nın dört bir tarafında deva eden iç savaşları teşvik etmek için yeni bir politikaya başvurdukları anlamına mı gelmektedir yoksa bu, iç olaylar mıdır?

H. 03 Şevval 1433

21.08.2012

Soru: Sudan, 03.08.2012 akşamı, Amerika Dışişleri Bakanı‘nın Güney’in başkenti Juba’ya dönük ziyaretinden saatler sonra Güney Sudan ile birlikte Addis Abada’daki petrol sorunu çerçevesinde bir anlaşma imzalamıştır. Amerika Devlet Başkanı da anlaşmanın kısa sürede imzalanmasını memnuniyetle karşılamıştır. Peki bu anlaşmanın arkasında ne vardır? Sudanlı bir yetkilinin on gün kadar öncesinde anlaşmanın dokuz gün yada doksan gün içerisinde tamamlanmasının imkansız olduğu açıklamasında bulunmasına rağmen neden Amerika anlaşmanın imzalanması için ağırlığını koymuştur? Sonra bu, Sudan’ın maslahatı için midir? Yoksa bu, Amerika’nın baskısından dolayı Sudan’dan feragat etmek midir?

H. 20 Ramazan 1433

08.08.2012

Soru:

Kamerî ayların başlangıcı için hilalin görünmesi, her yıl Ramazan ayında buradaki Müslüman toplumumuzu harekete geçirmektedir… Ramazan ayının başlangıcını sabitlemek için (hilali) görmek için bir alternatif olan astronomik hesaplamalar ile ilgili konuşmalar hakkında bizim tutumumuz nedir? Bu sadece tercih edilen bir görüş müdür yoksa reddedilen, yani batıl olan bir görüş müdür? Diğer bir ifadeyle buna yönelik bir delil şüphesi var mıdır yoksa yok mudur? -Benim de anladığım kadarıyla- şayet bu görüş reddedilen bir görüşse, o halde bu görüşü takip edenlerin oruçlarının hükmü nedir? Nitekim burada, yani Avustralya’da ve diğer Batılı ülkelerde, bu kimselerden birçok kişinin olduğu bilindiği gibi bunların artmakta olduğu da bilinmektedir.

Diğer bir husus; oruç tutan bir kişinin hilalin görülmesine muhalefet ettiği açığa çıktığında ne yapması lazım? Bu hususta küçükte olsa bir zorluk yok mudur? Ayrıca kendileriyle tartıştıklarımızdan bazıları, hilalin görmeye dayandırılmasının pratiğinin olmadığını, hilali görmek için çıktıklarını ancak onu göremediklerini veya onu görme noktasında ihtilaf ettiklerini ve bunun da soruna neden olduğunu söylemektedirler! Bu mesele hakkındaki görüş nedir? Sonra bugünkü hesaplamada, hilalin doğuşu hassas bir şekilde tespit edilmiş ve sonrasında da görülmese bile onun görülme olasılığının olduğu belirlenmiştir. Peki neden bu hesaplamaya itimat etmiyoruz? Zira bu şekilde mesele, namaz vakitlerini hesapladığımız gibi daha kolay olmaz mı?

H. 20 Ramazan 1433

08.08.2012

Soru:

Şebâbımızdan biri, insanlara kolaylık olsun diye gümüş diyetini on iki bin (12.000) dirhem olarak ödemek istemektedir. Şayet insanlar, onu satın almıyorlar, diyetlerinde ve mihirlerinde onu kullanmıyorlar ve onu para olarak biriktirmiyorlar, ancak onu sadece küçük bir zinet olsun diye satın alıyorlarsa gümüş diyetiyle ilgili hüküm caiz olur mu? Alimlerin diyeti, devesi olanlar için deve, altını olanlar için altın ve kağıt parası olanlar için de kağıt para olarak belirledikleri bilinmektedir? Allah sizi, hayırla mükafatlandırsın.

H. 16 Ramazan 1433

04.08.2012

Soru:

Şahsiyet kitabının birinci cüzünde şunu okudum: “Resulün müçtehid olması caiz değildir.” Anayasa Mukaddimesi’nin ikinci bölümünde de şunu okudum: “Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], hem fey malını hem cizye malını hem de ülkelerden gelen harac malını kendi görüşüne ve içtihadına göre harcamıştır. Nitekim bu mallar hakkında gelen şeri nasslar, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘i bunları dilediği gibi harcamakta serbest bırakmıştır. Dolayısıyla bu, İmamın/Halifenin bu mallarda kendi görüşüne ve içtihadına göre tasarrufta bulunmaya hakkı olduğuna dair bir delildir. Çünkü Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in bunu yapması şeri bir delildir. Dolayısıyla bu mallarda kendi görüşüne ve içtihadına göre tasarrufta bulunması için İmama/Halifeye verilmiş bir izin olmaktadır.”

Sanki bu iki metnin arasında bir tenakuzluk var gibi. Bu hususu açıklmanızı rica ediyorum?

H. 29 Şaban 1433

19.07.2012

Soru:

Vakit namazlarını kılan, ancak insanlarla birlikte Cuma namazını kılmayan ve sadece öğle namazını kılan biriyla yapılan tartışmada, onun bu durumuna karşı çıktığımda kendisi Cuma namazının sıhhati için Halife’nin varlığının şart olduğunu söyledi. Peki fakihlerden herhangi biri de bunu söylüyor mu? Bu hususta hizbin görüşü nedir? Allah sizi, hayırla mükafatlandırsın.

H. 29 Şaban 1433

19.07.2012

Soru:

Bizlere, Myanmar’ın (Burma) siyasî vakıası, bu ülkedeki Müslümanlara dönük bu korkunç zulmün nedenleri ve buna yönelik bölgesel ve uluslararası tutumlar hakkında kısa bir bilgi vermenizi rica ediyoruz. Saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum.

H. 06 Şaban 1433

27.06.2012

Soru: 1-İslam’da Yönetim Nizamı kitabında (yönetim [hüküm], mülk ve sultan aynı manada) geçmektedir. Soru şudur: Bu, yönetimin lügat manasımıdır yoksa ıstılahi manasımıdır? Sonra bu iki mana, ortak bir lafız mıdır?

2-Sonra hadiste geçen (biat) kelimesi, Halife ile Ümmet arasındaki akit manasında varit olmuştur. Peki (biat) kelimesinin manası, lügat mı yoksa şerî mana mıdır? Yani o, lugavî hakikat midir yoksa şerî hakikat mıdır?

H. 01 Şaban 1433

20.06.2012

Soru: İslamî Şahsiyet kitabının ikinci cildinin 310. sayfasında, dalındayken meyvenin satışı başlığı altında şöyle geçmektedir: “... Müslim, İbn-u Ömer’den Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: مَنِ ابْتَاعَ نَخْلاً بَعْدَ أَنْ تُؤَبَّرَ فَثَمَرَتُهَا لِلَّذِي بَاعَهَا إِلا أَنْ يَشْتَرِطَ الْمُبْتَاعُ “Aşılandıktan sonra kim bir hurma ağacı satın alırsa, satın alan şart koşmadıkça onun meyvesi onu satan kimseye aittir.” Ahmed, Ubade İbn-u Samit’ten şunu rivayet etti: “Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], satın alan şart koşmadıkça, hurma ağacının hurmasının aşılayana ait olduğuna hükmetti.” Dolayısıyla hadisin mantuğu ile kim üzerinde aşılanmış hurmaları olan ağacı satarsa, meyvenin alış-verişe dahil olmadığına, bilakis satıcının mülkünde kalmaya devam ettiğine delil getirilir. Bu hadisin mefhumu ile de, ağaç aşılanmamış ise, meyvesinin alış-verişe dahil olduğuna ve müşteriye ait olduğuna delil getirilir. Burada mefhumdan maksat, mefhumu muhalefettir. Burada o, şart mefhumudur.”

Usulcüler bu hadisi, şart mefhumu değil de sıfat mefhumu konusunda zikretmişlerdir.

O halde neden burada sıfat mefhumu değil de şart mefhumu denilmiştir? Bunun açıklanmasını rica ediyorum?

H. 22 Cumade’l Âhir 1433

12.05.2012

Soru-1:

İdeal Ekonomi Politikası kitabının [Arapça metninin] 105. sayfasının beşinci satırında şu metin geçmektedir: Dâr-ul Harp açısından olana gelince; İster Müslüman isterse de gayrimüslim olsun İslam tabiiyetini taşımayan herkes yabancı olup Müslümanın kanının ve malının haram olması dışında bunlarla hükmen harbî muamelesiyle muamele edilir. Mal ve diğer hükümlerle ilgili hükümlere gelince; bu kişiye, gayrimüslimle eşit olarak muamele edilir. Dolayısıyla nafaka hakkına sahip değildir, devletin rayesinden birine miras bırakamaz ve varis de olamaz.

Soru şudur: Dâr, öldürme, kölelik ve din farkı gibi mirasın engellerinden (manilerinden) midir? O halde farz edelim ki Müslüman bir adam Dâr-ul Küfür de yaşıyor ve onun babası da Dâr-ul İslam da yaşıyor ve babası da vefat etti. Peki bu kişinin babasına varis olamayacağının delili nedir? Yani Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]‘in; إن الله أعطى كل ذي حق حقه “Allah, her hak sahibinin hakkını vermiştir” kavline binaen bu malı hak ediyor mu yoksa hak etmiyor mu?

Soru-2:

Esselemu Aleykum Verahmetullahi Vebarakatuh…

Ben Finlandiya’da yaşayan şebabtan birisiyim. Bizim buradaki iftar vakitleri hususunda sormak istiyorum. Zira güneş kaybolsa da burada, “gece karanlığı” oluşmamakta ve günbatımının uzak olmasından dolayı da alacakaranlık gibi kalmaya devam etmektedir. Benim Finlandiya’nın Kuzeyi’ndeki uzak bir bölgede, yani başkent Helsinki’ye 800 km. uzak olan bir bölgede yaşadığım ve burada Müslümanlardan çok az bir gurubun olduğu da bilinmelidir.

O halde (“gün batımının” akşam yaklaşık 11 sularında olduğu dikkate alındığında) günbatımı vaktinin az çok bilinmesiyle birlikte fecir anındaki imsak vakitlerini nasıl taktir edeceğiz? Fecre gelince; bilinen manadaki “gecenin” olmaması dikkate alındığında onun vaktini belirlemek çok zordur. Peki o zaman bizim, ramazan orucunu başka bir zamanda tutmamız sahih olur mu? İmsak [fecir] için belirlenmiş olan zamanın bulunmaması, [حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ “Fecirde beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar… [Bakara 187] ayetine göre] orucun sıhhatini etkiler mi? Yoksa benin başkent Helsinki’deki cami vakitlerini mi takip etmem gerekir?

Soru-3:

Anayasa Mukaddimesi kitabının ikinci bölümünün 20. sayfasının 26. satırında aşağıdaki şekilde geçmektedir:

Fakat kafir bir kimse, haracî bir araziye sahip olursa ona harac düşer, öşrî bir araziye sahip olursa ona öşür değil harac düşer. Çünkü araziyi işlevinden yoksun bırakmak doğru olmaz ve kafir de öşür ehlinden olmadığından dolayı harac belirlenir.” Yine aynı fikir, Maliye kitabının 48. sayfasında başka ifadelerle geçmektedir ki oda şöyledir: “Çünkü ister öşür isterse harac olsun araziyi işlevinden yoksun bırakmak doğru olmaz.”

Soru şudur: “Çünkü ister öşür isterse harac olsun araziyi işlevinden yoksun bırakmak doğru olmaz.” Şeklindeki bu ibare, öşrî bir araziye sahip olan kafire haracın farz olduğuyla ilgili hükmün talili olarak gelmiştir. Ancak bu illete nasıl delil getirildiği açıklanmamıştır. Dolayısıyla illetin şeri olması gerektiği için ya sarahatan ya delaleten ya insitinbaten yada kıyasen şeri naslarda varit olması gerekmektedir. Bu illetin delili nedir?

Bu illet sabit olsa bile başka bir soru daha varit olmaktadır ki oda şudur; öşrün, sadece Müslümana farz olan bir zekat olup zekatı alınan malları açıklayan hükümleri biliyoruz. Yine bir Müslümanın sahip olduğu öşrî arazinin, salatalık, şeftali, zeytin ve benzerleri gibi zekatı farz olmayan ürün türlerinin ekilmesi halinde ise bunların hem öşrünün hem de haracının verilmediğini de biliyoruz. Ancak bu durumda arazi işlevinden yoksun bırakılmaktadır. O halde salatalık ve zeytinin zekat sınıflarından olmadığını ve arazinin işlevinden yoksun bırakmanın doğru olmamasından dolayı da harac ödenmesi gerektiğini söyleyebilir miyiz?

Soru-4:

Menhac kitabının 53. sayfasında şöyle geçmektedir: “Şüphesiz İslam’a dönük bir kamuoyunun oluşması, İslam’ın ümmetin kurtuluş ümidi haline gelmesi, Hilafet konuşulmazken herkes tarafından konuşulmaya başlaması, Hilafet’in ikamesi ve Allah’ın inzal ettikleriyle yönetimin geri gelmesinin tüm Müslümanların umudu haline gelmesi Allah’ın bizlere ve insanlara bir fazlıdır.”

Burada kamuoyundan bahsedilmiş ama genel uyanıklıktan bahsedilmemiştir. Bunun bir nedeni var mıdır? Yine metodun ikinci merhalesi tartışılırken kitabın 45. sayfasında şöyle geçmektedir: “Ümmet nezdinde genel bir uyanıklık oluşturmak ve onunla kaynaşmak için… ümmetin genelini, hizbin benimsediği İslam fikirleri ve hükümleriyle toplu olarak kültürlendirmek…” Yani genel bir uyanıklığı şart koşarken kamuoyundan bahsetmemektedir…?! Neden böyle bir farklılık vardır?

Sonra, “genel uyanıklığın” manası nedir? Mesela Hilafet’e dönük genel bir uyanıklık nasıl olacak?

Soru-5:

Kitaplarımızda: insanın temel ihtiyaçlarının, yemek, giymek ve mesken gibi üç olduğu geçmektedir. O halde aşağıda geçenler dikkate alındığında aynı şekilde tedavinin de insanın temel ihtiyaçlarından olduğunu söylememiz caiz olur mu?:

Bazı tehlikeli hastalıklar vardır ki tedavi edilmediği zaman bu, bedene büyük bir zarar verebilmektedir. Bu ise şu zarar kaidesine göre caiz değildir: لا ضرر ولا ضرار “Zarar vermekte yoktur. Zarar görmekte yoktur…”

Soru şudur: Hastalığın, ağır ve hafif olmak üzere iki çeşit olduğunu söylememiz caiz olur mu? Soğuk algınlığı, burun akıntısı, baş ağrısı.... ve benzerleri gibi hafif hastalıkların tedavisi menduptur ve beyin ve kalp ameliyatı, grip, bacak kırılması... ve benzeri gibi ağır hastalıkların tedavisi farzdır gibi…?

Soru-6:

Oturumların birinde dua konusu hakkında bir tartışma meydana geldi. Özellikle de Mefhumlar kitabının 64. sayfasında geçenler hakkında… Kitapta varit olanlar alındığında: Dua, sadece sevap talep etmek için midir? Yoksa onun, somut bir neticesi olabilir mi? İslamî fikrin uygulama metodu, duaya dahil değil midir dahası o, somut neticeleri gerçekleşen meddî eylemler midir? Bu amellerin, dua ile ilişkilendirilmesi İslam metoduna aykırı mıdır? Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]‘in şu hadisi ne anlama gelmektedir:

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَدْعُو بِدَعْوَةٍ لَيْسَ فِيهَا إِثْمٌ، وَلا قَطِيعَةُ رَحِمٍ، إِلا أَعْطَاهُ اللَّهُ بِهَا إِحْدَى ثَلَاثٍ: إِمَّا أَنْ تُعَجَّلَ لَهُ دَعْوَتُهُ، وَإِمَّا أَنْ يَدَّخِرَهَا لَهُ فِي الآخِرَةِ، وَإِمَّا أَنْ يَصْرِفَ عَنْهُ مِنَ السُّوءِ مِثْلَهَا قَالُوا: إِذًا نُكْثِرُ، قَالَ: «اللَّهُ أَكْثَرُ “Herhangi bir Müslüman Allah’a, günahı içermeyen veya sılayı rahmi kesmekle ilgili olmayan bir dua ederse Allah ona, şu üç şeyden birini verir: Ya ona istediği şeyi hemen verir veya (mükafatını) ahirette (vermek) için saklar veya da yaptığı dua kadarıyla başına gelecek kötülüğü ondan uzaklaştırır.” Dediler ki; o zaman biz, çok (dua) ederiz. Buyurdu ki: اللَّهُ أَكْثَرُ “(Allah’ın rahmet hazinesi) daha çoktur.” Yani burada, Allah’ın dua edenin ihtiyacını dünyada iken hemen gerçekleştirebileceği şeklinde duadan dolayı meydana gelen somut neticeler yok mudur? Ayrıca Allah, Âyet-i Kerime’de darda kalan bir kişi dua ettiğinde onun duasına icabet edeceğini söyleyerek kullarına ihsanda bulunmaktadır: أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ “(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren mi?” [Neml 62]

Bu hususu açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın?

Soru-7:

Hilafet Devleti’nin Cihazları kitabının 13. sayfasında şöyle bir ibare geçmektedir: “İslam’da Yönetim Nizamı, demokrasinin hakiki manası ile demokratik de değildir.” Sanki ibarede bir karışıklık var gibi… Zira “hakiki manası” şeklinde zikredilmesinin ne faydası var ki? Bu hususu açıklmamanızı rica ediyoruz. Allah sizi hayırla mükafatlandırdın.

Soru-8:

Yöneticinin, İnsanların mallarına fiyat koymasının haram olduğunu biliyoruz. Çünkü Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْخَالِقُ الْقَابِضُ الْبَاسِطُ الرَّازِقُ الْمُسَعِّرُ وَإِنِّي لارْجُو أَنْ أَلْقَى اللَّهَ وَلا يَطْلُبُنِي أَحَدٌ بِمَظْلَمَةٍ ظَلَمْتُهَا إِيَّاهُ فِي دَمٍ وَلا مَالٍ “Şüphesiz yaratan, (rızkı) daraltan, genişleten, rızk veren, alan ve fiyatı koyan Allah’tır. Ben istiyorum ki, hiç kimsenin ne mal ne de kanıyla ilgili olarak kendisine yapmış olduğum bir zulümden dolayı benden hak talep etmediği bir şekilde Allah’a varayım.” [Ahmed rivayet etti]

Aynı şekilde Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ دَخَلَ فِي شَيْءٍ مِنْ أَسْعَارِ الْمُسْلِمِينَ لِيُغْلِيَهُ عَلَيْهِمْ فَإِنَّ حَقًّا عَلَى اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَنْ يُقْعِدَهُ بِعُظْمٍ مِنَ النَّارِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Kim Müslümanlara karşı fiyat arttırmak için onların fiyatlarından bir şeye müdahale ederse, o kimseyi kıyamet gününde bir ateş yığınına oturtmak Allah’ın üzerine hak olur.” [Ahmed rivayet etti]

Soru şudur: Bölgedeki bazı tüccarlar, mesela pirinç tüccarlarının bir araya gelerek bu pirinci tüccarlara ve insanlara belirli bir fiyata satmak üzere uzlaşarak bir mala fiyat koysa, bu malın tüccarlar arasında ittifakla fiyatlandırılması haram sayılır mı? Yoksa haram olan devletin fiyat koyması olup tüccarların bir malın fiyatlandırılması üzerinde ittifak etmesi değil midir?

Soru-9:

Tüm peygamberlerin mi ictihatta bulunmaları caiz değildir yoksa bu sadece Mustafa [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] için mi geçerlidir?

Çünkü İbn-u Kesir’in Enbiya suresinin 78. ayetinin tefsirinde İbn-u Mesud ve İbn-u Abbas’tan, efendimiz Davud’un, çoban ile çobanın koyununun ekinini yediği ekin sahibi arasında koyunun ekin sahibine ait olduğuna hükmettiğini söylediklerini aktarmıştır. Sonra oğlu Süleyman ona, bu böyle değil ey Allah’ın nebisi demiştir. Ardından onlar hakkındaki hüküm şu şekilde açıklanır: Koyun sahipleri, eski haline gelinceye, yani koyun yemeden önceki haline gelinceye kadar araziyi ekecekler ve koyunu da ekin sahibi alacak ve sütünden de faydalanacaktır. Allahuteala’nın bu husustaki kavli şöyledir: فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ “Böyelece bunu (bu fetvayı) Süleyman’a biz anlatmıştık.” [Enbiya 79] Öyleyse bu, efendimiz Davud’un içtihatta bulunduğu, efendimiz Süleyman’ın da onu düzelttiği anlamına gelmiyor mu?

Soru-10:

Birincisi: Kocanın spermi ile kadının yumurtası laboratuvarda birleştirilip ardından da döllenmiş yumurta, çocuğun gebeliğini kabul eden alternatif bir kadının (taşıyıcı annenin) rahmine konulmaktadır. Çünkü kadın, tıbbi olarak yada başka bir sebepten dolayı hamile kalamamaktadır. Bu caiz midir? Döllenmiş yumurta sahibi olan karı-kocanın evli olduklarının dikkate alınmasını rica ediyorum.

İkincisi: Şayet alternatif anne, erkeğin ikinci eşi olmuş olsa nasıl olur? Ortada buna izin veren herhangi bir şart var mıdır? Mesela kocanın, yumurtanın nakledilmesine rıza göstermeyip döllenmiş yumurtaya zarar vermesi halinde diğer eşini boşamakla tehdit etmesi gibi.

Soru-11:

Hizb-ut Tahrir’in Siyasî Mefhumları kitabının 75. sayfasında “Devletlerarası Çatışmanın Etkenleri” başlığı altındaki konuda şöyle geçmektedir: “Devletlerarası çatışma, tarihin doğuşundan bu yana ve kıyamet gününe kadar şu iki etkenden biri dışına çıkmaz: Ya egemenlik ve gurur sevgisi yada maddi çıkarların peşinde koşmaktır. Egemenlik sevgisi: Ya Nazi Almanya’sı ve faşist İtalya’nın durumunda olduğu gibi ümmetin ve halkın egemenliği sevgisi yada yaklaşık bin üç yüz yıl boyunca İslami Devlet’in durumunda ve kurulmasından yetmiş yıl sonra geçen asrın doksanlı yıllarının başında yıkılmasının öncesinde otuz yıllık ömrü boyunca komünizm devletinin durumunda olduğu gibi ideoloji ve ideolojiyi yayma egemenliği sevgisi şeklinde olur.”

İslam Devleti’nin, diğer devletlerle olan çatışmasının ideolojinin egemenlik sevgisinden kaynaklanmadığını biliyoruz. Çünkü egemenlik sevgisi, beka içgüdüsünün tezahürlerinden biri olup İslam ideolojisinin yayılması ve bizim bundan dolayı sevinmemiz, beka içgüdüsünden kaynaklanmayıp bilakis Allah’ın emir ve yasaklarından kaynaklanmaktadır. Yani tedeyyün içgüdüsüyle ilgilidir. Çünkü İslam Devleti açısından uluslararası çatışma İslam’ı yaymak içindir? Mefhumlarda geçen bu hususu açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

Soru-12:

Emval kitabının 35 ve 36. sayfalarında, ganimet ile enfalin dağıtımının Veliyyul Emrin yetkisinde olduğunu ve bunları maslahat gördüğü şekilde dağıttığını söylüyoruz. O halde Allahuteala’nın: وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا غَنِمْتُم مِّن شَيْءٍ فَأَنَّ لِلّهِ خُمُسَهُ “Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a aittir.” [Enfal 41] şeklindeki kavlinde geçen beşte bir nassı ne anlama gelmektedir? Yani bu, Veliyyul Emr isterse ganimeti dağıtır isterse payını Beyt-il Mâl’e verir anlamına mı gelmektedir. Zira o, beşte birle sınırlıdır. Ayrıca (Bu, benimsenen anlayışımıza aykırı mıdır?) Yoksa o, ganimetin yarısını Beyt-il Mâl için alıp diğer yarısını da savaşçılara dağıtabilir mi?

Sonuç olarak, madem ki bütün ganimetlerin dağıtımı İmamın emri yetkisindedir o halde ayetteki beşte bir metnini nasıl anlamamız gerekir? Allah sizi mübarek kılsın.

H. 15 Cumâde’l Ulâ 1433

07.04.2012

Soru: 22.03.2012’de rütbeli genç subaylar tarafından Mali Devlet Başkanı Amadou (Ahmedo) Toumani Toure’ye yönelik askerî bir darbenin gerçekleştiği ilan edilmiştir. Nitekim kendilerini “Devletin ve Demokrasinin Yeniden Tesisi Milli Komitesi (CNRDR)” olarak adlandıran darbecilerin sözcüsü Teğmen Amadou Konare, Mali televizyonu kanalıyla şöyle bir darbe açıklaması yayınlamıştır: “Komite… sorumluluğunu üstlenmeye ve yetersiz olan Amadou (Ahmedo) Toumani Toure’nin rejimine son vermeye karar vermiştir.” Devlet başkanı Toumani Toure’nin, ikinci döneminin gelecek ay sona ereceği ve anayasaya göre üçüncü kez aday olma hakkının olmadığı da bilinmektedir…

Gelecek ay anayasal olarak uzaklaştırılmasını beklemek yerine bu subayların onu, darbeyle uzaklaştırmalarında aceleci kılan şey nedir? Sonra bu, bölgesel olarak mı gerçekleşmiştir yoksa bunun ardında uluslararası bir odak var mıdır? Şayet varsa bu odak kimdir. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

H. 01 Cumâde’l Ulâ 1433

24.03.2012

22.02.2012’de Rusya Devlet Başkanı, Rus gaz şirketi “Gazprom’a”, Türkiye karasularından Avrupa’ya yıllık olarak 63 milyon metre küp oranında gaz taşıyacak olan “Güney Akım” boru hattını döşemeye başlama talimatını vermiştir. Bundan daha önce de, yani 28 Aralık 2011’de Batı tarafından desteklenen “Nabucco” boru hattı projesine rakip ve alternatif bir proje olarak görülen “Güney Akım” boru hattı projesine izin veren bir anlaşma imzalanmıştı...

Bunu kesin bir şekilde reddeden ve bunun yerine “Nabucco” projesini kabul eden Türkiye’yi, Rus “Güney Akım” projesini kabul etmeye iten şey nedir? Bu, Rusya ile arkasında Amerika’nın olduğu Türkiye arasındaki bir anlaşmadan mı ibarettir? Şayet böyleyse, bu nasıl olmaktadır?

H. 18 Rabî-us Sâni 1433

11.03.2012

Soru: Türkiye Hükümeti Avrupa Birliği Bakanı ve Baş Müzakereci Egemen Bağış, Kıbrıs konusu hakkında yetkililerle görüşmek için gittiği İngiltere ziyareti esnasında “Kıbrıs” Gazetesi muhabiriyle yaptığı bir söyleşide şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Kıbrıs’ta çözüm için her opsiyon masada. Çözüm iki liderin uzlaşacağı bir ‘birleşme’ formülü olabileceği gibi, iki liderin uzlaşarak ayrılıp ‘iki devlet’ şeklinde ya da KKTC’nin Türkiye’ye bağlanması da mümkün olabilir. Bütün bu opsiyonlar masada, ama umuyoruz ki (gönlümüzden geçen de budur) Kıbrıs’taki iki devletin tek bir çatı altında birleşmesi ile iki tarafın huzur içinde yaşaması güven altına alınsın.” Ancak Bakan, Türkiye’nin bir parçası olan Kıbrıs’ın bir bütün olarak Türkiye’ye ilhak edilmesi olan asıl çözümden bahsetmemiştir. Bu açıklamaların hakikati nedir? Allah sizi, hayırla mükafatlandırsın.

H. 16 Rabî-us Sâni 1433

09.03.2012

Page 19 of 24 pages « First  <  17 18 19 20 21 >  Last »