Aya

istabl.
1953
HT logo
 
 
 
               
 

Siyasi Tahliller
Konu
İndir

Soru-1:

İdeal Ekonomi Politikası kitabının [Arapça metninin] 105. sayfasının beşinci satırında şu metin geçmektedir: Dâr-ul Harp açısından olana gelince; İster Müslüman isterse de gayrimüslim olsun İslam tabiiyetini taşımayan herkes yabancı olup Müslümanın kanının ve malının haram olması dışında bunlarla hükmen harbî muamelesiyle muamele edilir. Mal ve diğer hükümlerle ilgili hükümlere gelince; bu kişiye, gayrimüslimle eşit olarak muamele edilir. Dolayısıyla nafaka hakkına sahip değildir, devletin rayesinden birine miras bırakamaz ve varis de olamaz.

Soru şudur: Dâr, öldürme, kölelik ve din farkı gibi mirasın engellerinden (manilerinden) midir? O halde farz edelim ki Müslüman bir adam Dâr-ul Küfür de yaşıyor ve onun babası da Dâr-ul İslam da yaşıyor ve babası da vefat etti. Peki bu kişinin babasına varis olamayacağının delili nedir? Yani Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]‘in; إن الله أعطى كل ذي حق حقه “Allah, her hak sahibinin hakkını vermiştir” kavline binaen bu malı hak ediyor mu yoksa hak etmiyor mu?

Soru-2:

Esselemu Aleykum Verahmetullahi Vebarakatuh…

Ben Finlandiya’da yaşayan şebabtan birisiyim. Bizim buradaki iftar vakitleri hususunda sormak istiyorum. Zira güneş kaybolsa da burada, “gece karanlığı” oluşmamakta ve günbatımının uzak olmasından dolayı da alacakaranlık gibi kalmaya devam etmektedir. Benim Finlandiya’nın Kuzeyi’ndeki uzak bir bölgede, yani başkent Helsinki’ye 800 km. uzak olan bir bölgede yaşadığım ve burada Müslümanlardan çok az bir gurubun olduğu da bilinmelidir.

O halde (“gün batımının” akşam yaklaşık 11 sularında olduğu dikkate alındığında) günbatımı vaktinin az çok bilinmesiyle birlikte fecir anındaki imsak vakitlerini nasıl taktir edeceğiz? Fecre gelince; bilinen manadaki “gecenin” olmaması dikkate alındığında onun vaktini belirlemek çok zordur. Peki o zaman bizim, ramazan orucunu başka bir zamanda tutmamız sahih olur mu? İmsak [fecir] için belirlenmiş olan zamanın bulunmaması, [حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ “Fecirde beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar… [Bakara 187] ayetine göre] orucun sıhhatini etkiler mi? Yoksa benin başkent Helsinki’deki cami vakitlerini mi takip etmem gerekir?

Soru-3:

Anayasa Mukaddimesi kitabının ikinci bölümünün 20. sayfasının 26. satırında aşağıdaki şekilde geçmektedir:

Fakat kafir bir kimse, haracî bir araziye sahip olursa ona harac düşer, öşrî bir araziye sahip olursa ona öşür değil harac düşer. Çünkü araziyi işlevinden yoksun bırakmak doğru olmaz ve kafir de öşür ehlinden olmadığından dolayı harac belirlenir.” Yine aynı fikir, Maliye kitabının 48. sayfasında başka ifadelerle geçmektedir ki oda şöyledir: “Çünkü ister öşür isterse harac olsun araziyi işlevinden yoksun bırakmak doğru olmaz.”

Soru şudur: “Çünkü ister öşür isterse harac olsun araziyi işlevinden yoksun bırakmak doğru olmaz.” Şeklindeki bu ibare, öşrî bir araziye sahip olan kafire haracın farz olduğuyla ilgili hükmün talili olarak gelmiştir. Ancak bu illete nasıl delil getirildiği açıklanmamıştır. Dolayısıyla illetin şeri olması gerektiği için ya sarahatan ya delaleten ya insitinbaten yada kıyasen şeri naslarda varit olması gerekmektedir. Bu illetin delili nedir?

Bu illet sabit olsa bile başka bir soru daha varit olmaktadır ki oda şudur; öşrün, sadece Müslümana farz olan bir zekat olup zekatı alınan malları açıklayan hükümleri biliyoruz. Yine bir Müslümanın sahip olduğu öşrî arazinin, salatalık, şeftali, zeytin ve benzerleri gibi zekatı farz olmayan ürün türlerinin ekilmesi halinde ise bunların hem öşrünün hem de haracının verilmediğini de biliyoruz. Ancak bu durumda arazi işlevinden yoksun bırakılmaktadır. O halde salatalık ve zeytinin zekat sınıflarından olmadığını ve arazinin işlevinden yoksun bırakmanın doğru olmamasından dolayı da harac ödenmesi gerektiğini söyleyebilir miyiz?

Soru-4:

Menhac kitabının 53. sayfasında şöyle geçmektedir: “Şüphesiz İslam’a dönük bir kamuoyunun oluşması, İslam’ın ümmetin kurtuluş ümidi haline gelmesi, Hilafet konuşulmazken herkes tarafından konuşulmaya başlaması, Hilafet’in ikamesi ve Allah’ın inzal ettikleriyle yönetimin geri gelmesinin tüm Müslümanların umudu haline gelmesi Allah’ın bizlere ve insanlara bir fazlıdır.”

Burada kamuoyundan bahsedilmiş ama genel uyanıklıktan bahsedilmemiştir. Bunun bir nedeni var mıdır? Yine metodun ikinci merhalesi tartışılırken kitabın 45. sayfasında şöyle geçmektedir: “Ümmet nezdinde genel bir uyanıklık oluşturmak ve onunla kaynaşmak için… ümmetin genelini, hizbin benimsediği İslam fikirleri ve hükümleriyle toplu olarak kültürlendirmek…” Yani genel bir uyanıklığı şart koşarken kamuoyundan bahsetmemektedir…?! Neden böyle bir farklılık vardır?

Sonra, “genel uyanıklığın” manası nedir? Mesela Hilafet’e dönük genel bir uyanıklık nasıl olacak?

Soru-5:

Kitaplarımızda: insanın temel ihtiyaçlarının, yemek, giymek ve mesken gibi üç olduğu geçmektedir. O halde aşağıda geçenler dikkate alındığında aynı şekilde tedavinin de insanın temel ihtiyaçlarından olduğunu söylememiz caiz olur mu?:

Bazı tehlikeli hastalıklar vardır ki tedavi edilmediği zaman bu, bedene büyük bir zarar verebilmektedir. Bu ise şu zarar kaidesine göre caiz değildir: لا ضرر ولا ضرار “Zarar vermekte yoktur. Zarar görmekte yoktur…”

Soru şudur: Hastalığın, ağır ve hafif olmak üzere iki çeşit olduğunu söylememiz caiz olur mu? Soğuk algınlığı, burun akıntısı, baş ağrısı.... ve benzerleri gibi hafif hastalıkların tedavisi menduptur ve beyin ve kalp ameliyatı, grip, bacak kırılması... ve benzeri gibi ağır hastalıkların tedavisi farzdır gibi…?

Soru-6:

Oturumların birinde dua konusu hakkında bir tartışma meydana geldi. Özellikle de Mefhumlar kitabının 64. sayfasında geçenler hakkında… Kitapta varit olanlar alındığında: Dua, sadece sevap talep etmek için midir? Yoksa onun, somut bir neticesi olabilir mi? İslamî fikrin uygulama metodu, duaya dahil değil midir dahası o, somut neticeleri gerçekleşen meddî eylemler midir? Bu amellerin, dua ile ilişkilendirilmesi İslam metoduna aykırı mıdır? Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]‘in şu hadisi ne anlama gelmektedir:

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَدْعُو بِدَعْوَةٍ لَيْسَ فِيهَا إِثْمٌ، وَلا قَطِيعَةُ رَحِمٍ، إِلا أَعْطَاهُ اللَّهُ بِهَا إِحْدَى ثَلَاثٍ: إِمَّا أَنْ تُعَجَّلَ لَهُ دَعْوَتُهُ، وَإِمَّا أَنْ يَدَّخِرَهَا لَهُ فِي الآخِرَةِ، وَإِمَّا أَنْ يَصْرِفَ عَنْهُ مِنَ السُّوءِ مِثْلَهَا قَالُوا: إِذًا نُكْثِرُ، قَالَ: «اللَّهُ أَكْثَرُ “Herhangi bir Müslüman Allah’a, günahı içermeyen veya sılayı rahmi kesmekle ilgili olmayan bir dua ederse Allah ona, şu üç şeyden birini verir: Ya ona istediği şeyi hemen verir veya (mükafatını) ahirette (vermek) için saklar veya da yaptığı dua kadarıyla başına gelecek kötülüğü ondan uzaklaştırır.” Dediler ki; o zaman biz, çok (dua) ederiz. Buyurdu ki: اللَّهُ أَكْثَرُ “(Allah’ın rahmet hazinesi) daha çoktur.” Yani burada, Allah’ın dua edenin ihtiyacını dünyada iken hemen gerçekleştirebileceği şeklinde duadan dolayı meydana gelen somut neticeler yok mudur? Ayrıca Allah, Âyet-i Kerime’de darda kalan bir kişi dua ettiğinde onun duasına icabet edeceğini söyleyerek kullarına ihsanda bulunmaktadır: أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ “(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren mi?” [Neml 62]

Bu hususu açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın?

Soru-7:

Hilafet Devleti’nin Cihazları kitabının 13. sayfasında şöyle bir ibare geçmektedir: “İslam’da Yönetim Nizamı, demokrasinin hakiki manası ile demokratik de değildir.” Sanki ibarede bir karışıklık var gibi… Zira “hakiki manası” şeklinde zikredilmesinin ne faydası var ki? Bu hususu açıklmamanızı rica ediyoruz. Allah sizi hayırla mükafatlandırdın.

Soru-8:

Yöneticinin, İnsanların mallarına fiyat koymasının haram olduğunu biliyoruz. Çünkü Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْخَالِقُ الْقَابِضُ الْبَاسِطُ الرَّازِقُ الْمُسَعِّرُ وَإِنِّي لارْجُو أَنْ أَلْقَى اللَّهَ وَلا يَطْلُبُنِي أَحَدٌ بِمَظْلَمَةٍ ظَلَمْتُهَا إِيَّاهُ فِي دَمٍ وَلا مَالٍ “Şüphesiz yaratan, (rızkı) daraltan, genişleten, rızk veren, alan ve fiyatı koyan Allah’tır. Ben istiyorum ki, hiç kimsenin ne mal ne de kanıyla ilgili olarak kendisine yapmış olduğum bir zulümden dolayı benden hak talep etmediği bir şekilde Allah’a varayım.” [Ahmed rivayet etti]

Aynı şekilde Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ دَخَلَ فِي شَيْءٍ مِنْ أَسْعَارِ الْمُسْلِمِينَ لِيُغْلِيَهُ عَلَيْهِمْ فَإِنَّ حَقًّا عَلَى اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَنْ يُقْعِدَهُ بِعُظْمٍ مِنَ النَّارِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Kim Müslümanlara karşı fiyat arttırmak için onların fiyatlarından bir şeye müdahale ederse, o kimseyi kıyamet gününde bir ateş yığınına oturtmak Allah’ın üzerine hak olur.” [Ahmed rivayet etti]

Soru şudur: Bölgedeki bazı tüccarlar, mesela pirinç tüccarlarının bir araya gelerek bu pirinci tüccarlara ve insanlara belirli bir fiyata satmak üzere uzlaşarak bir mala fiyat koysa, bu malın tüccarlar arasında ittifakla fiyatlandırılması haram sayılır mı? Yoksa haram olan devletin fiyat koyması olup tüccarların bir malın fiyatlandırılması üzerinde ittifak etmesi değil midir?

Soru-9:

Tüm peygamberlerin mi ictihatta bulunmaları caiz değildir yoksa bu sadece Mustafa [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] için mi geçerlidir?

Çünkü İbn-u Kesir’in Enbiya suresinin 78. ayetinin tefsirinde İbn-u Mesud ve İbn-u Abbas’tan, efendimiz Davud’un, çoban ile çobanın koyununun ekinini yediği ekin sahibi arasında koyunun ekin sahibine ait olduğuna hükmettiğini söylediklerini aktarmıştır. Sonra oğlu Süleyman ona, bu böyle değil ey Allah’ın nebisi demiştir. Ardından onlar hakkındaki hüküm şu şekilde açıklanır: Koyun sahipleri, eski haline gelinceye, yani koyun yemeden önceki haline gelinceye kadar araziyi ekecekler ve koyunu da ekin sahibi alacak ve sütünden de faydalanacaktır. Allahuteala’nın bu husustaki kavli şöyledir: فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ “Böyelece bunu (bu fetvayı) Süleyman’a biz anlatmıştık.” [Enbiya 79] Öyleyse bu, efendimiz Davud’un içtihatta bulunduğu, efendimiz Süleyman’ın da onu düzelttiği anlamına gelmiyor mu?

Soru-10:

Birincisi: Kocanın spermi ile kadının yumurtası laboratuvarda birleştirilip ardından da döllenmiş yumurta, çocuğun gebeliğini kabul eden alternatif bir kadının (taşıyıcı annenin) rahmine konulmaktadır. Çünkü kadın, tıbbi olarak yada başka bir sebepten dolayı hamile kalamamaktadır. Bu caiz midir? Döllenmiş yumurta sahibi olan karı-kocanın evli olduklarının dikkate alınmasını rica ediyorum.

İkincisi: Şayet alternatif anne, erkeğin ikinci eşi olmuş olsa nasıl olur? Ortada buna izin veren herhangi bir şart var mıdır? Mesela kocanın, yumurtanın nakledilmesine rıza göstermeyip döllenmiş yumurtaya zarar vermesi halinde diğer eşini boşamakla tehdit etmesi gibi.

Soru-11:

Hizb-ut Tahrir’in Siyasî Mefhumları kitabının 75. sayfasında “Devletlerarası Çatışmanın Etkenleri” başlığı altındaki konuda şöyle geçmektedir: “Devletlerarası çatışma, tarihin doğuşundan bu yana ve kıyamet gününe kadar şu iki etkenden biri dışına çıkmaz: Ya egemenlik ve gurur sevgisi yada maddi çıkarların peşinde koşmaktır. Egemenlik sevgisi: Ya Nazi Almanya’sı ve faşist İtalya’nın durumunda olduğu gibi ümmetin ve halkın egemenliği sevgisi yada yaklaşık bin üç yüz yıl boyunca İslami Devlet’in durumunda ve kurulmasından yetmiş yıl sonra geçen asrın doksanlı yıllarının başında yıkılmasının öncesinde otuz yıllık ömrü boyunca komünizm devletinin durumunda olduğu gibi ideoloji ve ideolojiyi yayma egemenliği sevgisi şeklinde olur.”

İslam Devleti’nin, diğer devletlerle olan çatışmasının ideolojinin egemenlik sevgisinden kaynaklanmadığını biliyoruz. Çünkü egemenlik sevgisi, beka içgüdüsünün tezahürlerinden biri olup İslam ideolojisinin yayılması ve bizim bundan dolayı sevinmemiz, beka içgüdüsünden kaynaklanmayıp bilakis Allah’ın emir ve yasaklarından kaynaklanmaktadır. Yani tedeyyün içgüdüsüyle ilgilidir. Çünkü İslam Devleti açısından uluslararası çatışma İslam’ı yaymak içindir? Mefhumlarda geçen bu hususu açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

Soru-12:

Emval kitabının 35 ve 36. sayfalarında, ganimet ile enfalin dağıtımının Veliyyul Emrin yetkisinde olduğunu ve bunları maslahat gördüğü şekilde dağıttığını söylüyoruz. O halde Allahuteala’nın: وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا غَنِمْتُم مِّن شَيْءٍ فَأَنَّ لِلّهِ خُمُسَهُ “Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a aittir.” [Enfal 41] şeklindeki kavlinde geçen beşte bir nassı ne anlama gelmektedir? Yani bu, Veliyyul Emr isterse ganimeti dağıtır isterse payını Beyt-il Mâl’e verir anlamına mı gelmektedir. Zira o, beşte birle sınırlıdır. Ayrıca (Bu, benimsenen anlayışımıza aykırı mıdır?) Yoksa o, ganimetin yarısını Beyt-il Mâl için alıp diğer yarısını da savaşçılara dağıtabilir mi?

Sonuç olarak, madem ki bütün ganimetlerin dağıtımı İmamın emri yetkisindedir o halde ayetteki beşte bir metnini nasıl anlamamız gerekir? Allah sizi mübarek kılsın.

H. 15 Cumâde’l Ulâ 1433

07.04.2012

Soru: 22.03.2012’de rütbeli genç subaylar tarafından Mali Devlet Başkanı Amadou (Ahmedo) Toumani Toure’ye yönelik askerî bir darbenin gerçekleştiği ilan edilmiştir. Nitekim kendilerini “Devletin ve Demokrasinin Yeniden Tesisi Milli Komitesi (CNRDR)” olarak adlandıran darbecilerin sözcüsü Teğmen Amadou Konare, Mali televizyonu kanalıyla şöyle bir darbe açıklaması yayınlamıştır: “Komite… sorumluluğunu üstlenmeye ve yetersiz olan Amadou (Ahmedo) Toumani Toure’nin rejimine son vermeye karar vermiştir.” Devlet başkanı Toumani Toure’nin, ikinci döneminin gelecek ay sona ereceği ve anayasaya göre üçüncü kez aday olma hakkının olmadığı da bilinmektedir…

Gelecek ay anayasal olarak uzaklaştırılmasını beklemek yerine bu subayların onu, darbeyle uzaklaştırmalarında aceleci kılan şey nedir? Sonra bu, bölgesel olarak mı gerçekleşmiştir yoksa bunun ardında uluslararası bir odak var mıdır? Şayet varsa bu odak kimdir. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

H. 01 Cumâde’l Ulâ 1433

24.03.2012

22.02.2012’de Rusya Devlet Başkanı, Rus gaz şirketi “Gazprom’a”, Türkiye karasularından Avrupa’ya yıllık olarak 63 milyon metre küp oranında gaz taşıyacak olan “Güney Akım” boru hattını döşemeye başlama talimatını vermiştir. Bundan daha önce de, yani 28 Aralık 2011’de Batı tarafından desteklenen “Nabucco” boru hattı projesine rakip ve alternatif bir proje olarak görülen “Güney Akım” boru hattı projesine izin veren bir anlaşma imzalanmıştı...

Bunu kesin bir şekilde reddeden ve bunun yerine “Nabucco” projesini kabul eden Türkiye’yi, Rus “Güney Akım” projesini kabul etmeye iten şey nedir? Bu, Rusya ile arkasında Amerika’nın olduğu Türkiye arasındaki bir anlaşmadan mı ibarettir? Şayet böyleyse, bu nasıl olmaktadır?

H. 18 Rabî-us Sâni 1433

11.03.2012

Soru: Türkiye Hükümeti Avrupa Birliği Bakanı ve Baş Müzakereci Egemen Bağış, Kıbrıs konusu hakkında yetkililerle görüşmek için gittiği İngiltere ziyareti esnasında “Kıbrıs” Gazetesi muhabiriyle yaptığı bir söyleşide şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Kıbrıs’ta çözüm için her opsiyon masada. Çözüm iki liderin uzlaşacağı bir ‘birleşme’ formülü olabileceği gibi, iki liderin uzlaşarak ayrılıp ‘iki devlet’ şeklinde ya da KKTC’nin Türkiye’ye bağlanması da mümkün olabilir. Bütün bu opsiyonlar masada, ama umuyoruz ki (gönlümüzden geçen de budur) Kıbrıs’taki iki devletin tek bir çatı altında birleşmesi ile iki tarafın huzur içinde yaşaması güven altına alınsın.” Ancak Bakan, Türkiye’nin bir parçası olan Kıbrıs’ın bir bütün olarak Türkiye’ye ilhak edilmesi olan asıl çözümden bahsetmemiştir. Bu açıklamaların hakikati nedir? Allah sizi, hayırla mükafatlandırsın.

H. 16 Rabî-us Sâni 1433

09.03.2012

Dün, yani 15.01.2012 Pazar günü, OPEC [Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü]‘nün İran Elçisi Muhammed Ali Hatîbî, Avrupa Birliği’nin ambargo uygulamaya başlaması halinde İran’ın petrol tedariklerini piyasaların telafi etmesi hususunda körfez ülkelerini uyarmıştır. Ayrıca İran “Doğu” Gazetesi’nde geçtiği üzere şunu da eklemiştir: “Ülkesinin yasaklı tedariklerini, piyasaların telafi etmesinin tahmin dahi edilemez sonuçları olacaktır!”

Yine aynı gün, İran resmî haber ajansının aktardığına göre İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest, Amerika Birleşik Devletleri’nin Hürmüz Boğazı bağlamında İran’a bir mektup teslim ettiğini açıklamıştır. Bunun öncesinde de, yani 28.12.2011’de İran, uluslararası yaptırımların kendine yönelik baskısına bir cevap olarak Hürmüz Boğazı‘nı kapatma tehdidinde bulunmuş ve bölgede deniz tatbikatı yapacağını açıklamıştır. Nitekim o, farklı boyut ve türlerde füzeler fırlatarak başarılı bir denemede bulunmuş oldu.

Gerçekten İran, Hürmüz Boğazını kapatma hususunda ciddi midir? İran’ın, kendisine karşı ciddi bir savaşın açılması korkusu var mıdır? Mevcut dünya şartları, bu gibi bir savaşa izin verir mi?

H. 22 Safer-il Hayr 1433

16.01.2012

Irak başbakanı Nuri El-maliki Cumartesi günü 31/12/2011’de Irak’ın Amerikan güçlerinin çekilmesini kutladığını açıkladı. Daha önce Amerika’nın çekilmesinden sonra Irak’ın durumunu görüşmek üzere Maliki 12/12/2011’de Amerika’ya iki günlük ziyarette bulunarak devlet başkanı Obama, yardımcısı ve Irak sorumlusu Bayden ve dışişleri bakanı Clinton ile görüşmüştü. 15/12/2011’de de Amerikan savunma bakanı Leown Banette, Amerikan güçlerinin Irak operasyonunun sona ermesiyle alakalı kararın uygulanacağını açıkladı. Bu münasebetle karar; Bağdat havaalanında küçük bir tören düzenlenerek Amerikan bayrağı indirilip yerine Irak bayrağı dalgalanarak kutlandı.

Bu kutlamalar hakkında görüş nedir? Ve Amerika gerçekten Irak’tan tam olarak çekildi mi? İstediği hedefleri gerçekleştirmede başarısız mı oldu, yoksa Irak’ta kurmak istediği nüfuzu gerçekleştirip faal bir güç ve tek bir devlet olarak Irak’ı yok ederek etkisiz hale getirdi mi? Bir de seçim için çekilmenin Obama’ya bir faydası var mı?

H. 07 Safer-il Hayr 1433

02.01.2012

Soru: 12.11.2011 akşamı İtalya başbakanı Silvio Berlusconi ve ondan üç gün öncede 09.11.201 akşamı George Papandreou ülkelerinde etkili olan finansal ekonomik ve borç krizinden dolayı istifa ettiler. Ve, bu iki ülkenin parlamentosunda tasarruf tedbirlerini geçirmelerinden sonra gerçekleşti ki bu tedbirler için iki ülke de IMF’nin gözetimi altına girdiler ve “Avrupa Kurtarma Planı‘nın olarak adlandırılan planın bir parçası olan tedbirleri uygulamakla yükümlendirildiler. Son günlerde tepkiye neden olan bu iki ülkenin krizlerinin yanında onlara benzer iki senedir devam eden İrlanda, Portekiz ve İspanya’da da potansiyel krizler mevcuttur. Borç krizi Avrupa Birliği ve Euro bölgesinin en önemli ülkelerinden biri olan Fransa’yı da germeye başlamıştır. Buna ek olarak enteresandır ki Euro bölgesinde düşüşlere neden olabilecek krizler yaşanıyor.

Soru; Euro’nun geleceğinin yanı sıra, Avrupa Birliğini oluşturan 27 asıl üyenin ve AB’ye üye olmak için bekleyen 17 ülkeyi de kapsayan bölgede krizlerin etkisi ne ölçüdedir? Bu kriz bunun da ötesine giderek Avrupa Birliği’nin geleceğini etkiler mi?

Ayrıca bu krizin İngiltere’nin (ki o Avrupa Birliğinin üyesidir ancak Euro bölgesinin dışındadır) yanı sıra diğer büyük dünya devletleri, Amerika, Rusya ve Çin’in üzerinde bir etkisi var mıdır?

H. 19 Zilhicce 1432

15.11.2011

Soru: Pakistan’lı News gazetesi Pazar akşamı 21/8/2011’de Ordu Komutanı General Eşfak Kayani’nin şöyle dediğini aktardı: ‘Hükümet kendisinden istediği takdirde Karaçi kentinde siyasi ve etnik şiddet eylemlerini durdurmak için Pakistan ordusu olarak yardım etmeye hazırdır.’ Bu işin gerçeği nedir? Gerçekten de ordunun müdahalesine şehrin ihtiyacı var mıdır? Halbuki bu tür işler ordunun değil polisin işidir. Yoksa bu müdahele başka amaçlar için midir?

H. 22 Ramazan 1432

22.08.2011

Soru-1: 29/07/2011 tarihinde Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’le birlikte kara kuvvetleri komutanı Erdal Ceylanoğlu, deniz kuvvetleri komutanı Eşref Uğur Yiğit ve hava kuvvetleri komutanı Hasan Aksay görevlerinden istifa ettiklerini açıklayarak emekliliğe sevk edilmelerini istediler. Bunlar komuta liderliğinin en üst mertebesindedirler. Bunlarla birlikte istifasını açıklamayan jandarma kuvvetleri komutanı Necdet Özel de bulunuyordu. Daha sonra orgeneral Necdet Özel’in hem kara kuvvetleri komutanlığına hem de genelkurmay başkan vekili olarak görevlendirildiği açıklandı. Bunun itici faktörü nedir? Acaba yetkiler üzere ordu ile hükümet arasında cereyan eden çatışma olan yerli bir neden mi, yoksa devletlerarsı çatışma olan bir neden mi? Ve bu istifalar sonucunda beklenenler nedir?

Soru-2: Cuma günü 22/7/2011 tarihinde Oslo’nun Ütoya adasında 90 kişinin öldüğü ve çok sayıda yaralı olduğu patlamalar meydana geldi. Fanatik sağ olarak bilinen nasrani bir norveç vatandaşı bu saldırıyı düzenlediğini itiraf etti…norveç dışişleri bakanı ise saldırıyı ikinci dünya savaşından sonra en büyük milli katliamı olarak nitelendirdi…

Bu olaya iten faktör nedir? Suçlamaların nasrani ve fanatik sağ olduğu açığa çıkmadan önce hemen Müslümanlara yöneltilmesi neye delalet ediyor? Patlamalrı düzenleyen kişinin müslüman olmadığı gerçeğinin zuhur etmesi Müslümanlara olan kin azaldı mı, yoksa genel olarak batıda bunun kökleri derinlikte olan bir kin mi?

H. 30 Şaban 1432

31.07.2011

Soru: Gerek Amerika gerekse Pakistan tarafından yapılan açıklamlar olsun Bin Ladin’e yönelik menfur suikast operasyonu hakkındaki haberler birbiriyle çelişmektedir… Zira bu açıklamlardan bir kısmı bu operasyonun Pakistan rejiminin bilgisi dahilinde ve işbirliği içerisinde yapıldığını ifade ederken diğer bir kısmı ise bunu tamaman veya kısmen yalanlamaktadır…

Bu meseleye ilişkin görüşün beyan edilmesini rica ediyoruz. Şayet işbirliği içerisinde yapıldıysa bu, operasyonun sıfır saatinin, Pakistan rejimi ile istişare edilerek belirlendiği anlamına mı gelmektedir? Allah, sizleri hayırla mükafatlandırsın.

H. 01 Cumâde’s Sâni 1432

04.05.2011

Soru:

1- Şahsiye Kitabının 3. cüzünün 154. sayfasının 7. satırında şöyle geçmektedir: “Arapların mutlak olarak bir mana için koymadığı ve şeriatın gelerek muayyen bir mana için koyduğu isimler vardır. Yine Arapların, manalarını önceden bilmediği isimler vardır.” Soru şudur: Bu tür isimlere dair örnek var mıdır?

2- Şahsiye Kitabının 3. cüzünün 141. sayfasının sondan 1. satırında şöyle geçmektedir: “Hayatın sırrı, Allah ile olan bağı idrak etmek ve Cebrail için kullanılan ruh lafzı gibi.” Soru şudur: Hayatın sırrının lügat manada, Allah ile olan bağın idrak edilmesinin ıstılahî, yani özel örfî manada, Cebrail’in şeri manada ve müşterekin de bir çok manası olan tek bir lafız olmasından dolayı müşterek için örnek olmaya uygun mudur?

H. 26 Rabî-us Sâni 1432

01.04.2011

Soru-1: Şahsiye Kitabının 3. cüzünün 106. sayfasındaki “Aleyhi’s Selam’ın Sükut Etmesi” konusunda şöyle geçmektedir: “Bir kimse, Nebi Aleyhi’s Selam’ın önünde veya döneminde onun bildiği ve karşı çıkmaya muktedir olduğu bir fiil işlese o da buna sükut etse…” Bir sonraki sayfada ise şöyle geçmektedir: “Resulün, buna karşı çıkmaya muktedir olması...”

Bu kaydın, yani “Resulün, buna karşı çıkmaya muktedir olması” şeklindeki bir kaydın Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘in hayatında fiili bir vakası var mıdır? Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], risaleti tebliğ etmeye, daima münkere karşı çıkmaya ve gerektiğinde açıklama yapmaya muktedir olduğu halde herhangi bir vakitte bu fiile karşı çıkmaya muktedir olmaması düşünülebilinir mi? Bunu açıklamanızı rica ediyoruz.

H. 21 Rabî-us Sâni 1432

26.03.2011

Soru: Filistin’deki Temîm el-Dârî vakfı ve başka yerlerdeki vakıflar gibi vakfa intikal eden ve aslî niteliği haracî arazi olan bir arazi için harac ödenir mi?

H. 20 Rabî-us Sâni 1432

25.03.2011

Soru-1: İktisat Nizamı Kitabının 89. sayfasının sondan 3. satırında şöyle geçmektedir: “Çünkü icaranın, bilinen olması lazımdır. Bazı işlerde süreyi belirtmemek işi meçhul kılar. İcara meçhul olunca caiz olmaz.”

Yine aynı kitabın 90. sayfasının 7. satırında şöyle geçmektedir: “Cehaleti kaldırmak için müddeti zikretmek zaruret olduğu zaman bu müddetin dakika, saat, hafta, ay veya sene olarak belirlenmesi gerekir.”

Yine aynı kitabın 91. sayfasının 8. satırında şöyle geçmektedir: “Özet olarak icaranın, bilinmezliği ortadan kaldıracak şekilde bilinen bir yapıda olması gereklidir. Çünkü bütün sözleşmelerde, ücret üzerinde ittifakın olması temel esastır. Ücret üzerinde ittifak sağlanmadan işçiyi çalıştırmak mekruhtur.”

Soru Şudur: Buradaki [يجب] “gerekir” kelimesi, teklif hükümlerinde bilinen ve terk edeni günahkar yapan farz anlamındaki vacip anlamına mı gelmektedir? Şayet böyleyse 91. sayfasının 10. satırında neden “ücret üzerinde ittifak sağlanmadan işçiyi çalıştırmak mekruhtur” denilmiştir? O halde önceki metindeki [يجب] “gerekir” kelimesi ile son metindeki [يكره] “mekruhtur” kelimesinin arasını nasıl örtüştürürüz? Bütün nasslar, cehalet/belirsizlik üzerine olan sözleşmenin/akdin, caiz olmayacağını belirtmektedir.

Sözleşme/akit, ücretin belirtilmemesinden dolayı fasit olduğunda ecr-i misil gerekir. Fasit akit, fesat düzeltilinceye kadar kişiyi günahkar yaparken kerahette günah olmadığını söylemekteyiz. O halde ücret belirtilmediğinde akdi ifsat edeceğinden kişi, nasıl olur da önce mekruh sonra da günah işlemiş oluyor?

Bunun izah edilmesini rica ediyorum. Allah, sizi mübarek kılsın.

Soru-2: Şeri hakikat ile şeri mana arasında bir fark var mıdır?

Bu hususta kafamız karıştı. Zira şebabtan biri, aylık halakada şöyle dedi:

Şeri hakikat: Lügat manasının, salah kelimesi gibi aslından farklı yeni bir manaya nakledilmesidir.

Şeri mana: Lügat manasının aynısının kullanılması ve buna bir kayıt veya sınırlama getirilmesidir. Kıble kelimesi gibi. Bu doğru mudur?

Eğer bir fark varsa aşağıdaki hususların açıklanmasını rica ediyorum:

a- İktisat Nizamı Kitabının 222. sayfasındaki israf ve tebzir konusunda şöyle geçmektedir: “İsrafın manasına gelince; malın Allah’ın yasakladığı yerlerde harcanmasıdır.” Şebabtan biri, bunun şeri mana olup şeri hakikat olmadığını söyledi.

b- et-Teysîr Fî Ahvali’t Tefsîr Kitabının 190. sayfasında [مَا وَلاَّهُمْ عَن قِبْلَتِهِمُ] “Yönelmekte oldukları kıbleden onları çeviren nedir?” ayetinin tefsirinde şöyle geçmektedir: Ayetteki [قِبْلَتِهِمُ] kelimesinin tefsirindeki kıblenin, müveceheden gelen veche gibi mukabeleden gelen bir fiil olduğu söylenmiştir. Şeri bir manası olmuştur ki o, Müslümanın salahta yöneldiği cihettir. Bu, şeri hakikat olarak değil şeri mana olarak isimlendirilir.

c- Şahsiye Kitabının 3. cüzündeki şeri hakikat bahsine baktığımızda bir fark olduğunu göremedik.

Şayet şeri hakikat ile şeri mana arasında bir fark varsa bizi bilgilendiriniz. Allah, sizleri mübarek kılsın.

Soru-3: Kitleleşme Kitabında “Felsefe” ıstılahı geçmiştir. Bundan felsefe ile kastedilenin İslam fikri olduğunu anlıyoruz. Ancak hizb, içeriğine rağmen neden bu ıstılahın kullanımına başvurmuştur. Ortaya çıkabilecek itirazları savuşturmak amacıyla başka bir ıstılah veya fikir gibi başka bir kelime kullanılamaz mıydı? Çünkü hizb, kitaplarının birçok yerinde filozofları eleştirmiştir.

H. 15 Rabî-us Sâni 1432

20.03.2011

Soru-1: İktisat Nizamı Kitabının 297. sayfasının on dördüncü satırında şöyle geçmektedir: “Bir adamın sağlam bir dinar ile tam saf olmayan iki dinarı satın alması caiz olmaz.”

Yine aynı kitabın 318. sayfasının sondan on birinci satırında şöyle geçmektedir: “Bu durumda değişim (kur) fiyatı, her iki devletin paralarının saf altın fiyatlarının birbirine göre olan oranı ile oluşur.”

Birinci durumda geçen metinden ve akabindeki izahattan saf olmayan iki dinarın sağlam bir dinarla değiştirmenin caiz olmadığını anladım. Saf olmayan iki dinardaki toplam saf altının, sağlam dinardaki saf altın ağırlığına eşit olabileceği unutulmamalıdır. Binaenaleyh ben bundan şunu anladım ki mesela 24 ayar altın 21 ayar altınla değiştirildiğinde her iki ayardaki saf altın oranı farklı olmasına rağmen değişim bire bir olmalıdır. Ancak ikinci durumda geçenler, değişimin ilk durumda anladığım gibi bire bir değil saf altın ağırlığı oranında olacağını açıkça belirtmektedir. O halde bu iki anlayıştan hangisi doğrudur? İki durumda geçenlerin arasını nasıl örtüştürürüz? Yani kur işleminde muteber olan nedir? İçerisindeki saf altın ağırlığı göz önünde bulundurulmaksızın her iki külçenin ağırlığı mıdır yoksa her iki külçedeki saf altın ağırlığı mıdır?

297. sayfada sağlam bir dinarın saf olmayan iki dinarla değiştirilmesinin caiz olmadığına Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, bir ölçek kaliteli hurmanın iki ölçek kalitesiz hurma ile değiştirilmesine karşı çıkmasının delil getirilmesi dikkatimi çekti. Hurmanın hurma ile değiştirilmesinin bir alış-veriş olduğu, sağlam dinarın saf olmayan dinar ile değiştirilmesinin ise bir sarf/mübadele olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca kaliteli hurma ve kalitesiz hurmanın her ikisi de hiçbir şeyin karışmadığı birer saf hurmadır. Oysa saf olmayan altın, kusurların karıştığı saf olmayan bir altındır. Ben burada iki vakıanın, birbirine delil getirilemeyecek şekilde farklı olduğu görüşündeyim.

Son tahlilde farklı iki ayardaki altınlar birbiriyle değiştirildiğinde mübadele, ayarlarına bakılmaksızın bire bir mi olur yoksa önemli olan her ikisindeki saf altın ağırlığının eşit olması mıdır? Zira ayarların farklı olması, her iki külçedeki saf altın oranının farklı olmasının kaçınılmaz olması demektir.

Soru-2: Maliye Kitabının 230. sayfasının üçüncü paragrafında şöyle geçmiştir: “Bu türden kağıt paralar, üzerinde yazıl nominal değerin altın yada gümüş olarak karşılanan kısmı naibe kağıt para sayılır… Eğer 40 dinara ulaşmıyorsa zekat vermek gerekmez.”

Soru şudur: Kısmi karşılığı olan naibe kağıt para olması itibarıyla vesika kağıt paralara, karşılığının vakıasına göre altın veya gümüşün zekatı gibi zekatı verilmelidir şeklinde bakmak mümkün müdür? Karşılığı olmayan kısmına da nakit ve değer illeti tahakkuk etmesi bakımından zorunlu kağıt paraların vakıası intibak eder ki bu husustaki durumu, zorunlu kağıt paraların durumu gibidir. Dolayısıyla bu kısmı da altın ve gümüş nakdine zekatı vacip kılan hadislerin kapsamına girer.

H. 10 Rabî-us Sâni 1432

15.03.2011

Soru: Kur’an’ı, [لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَتَغَنَّ بِالْقُرْآنِ] “Kur’an’ı makamla okumayan bizden değildir” hadisini delil getirerek “makam” tarzıyla okumak caiz midir? Kur’an’ı makam tarzıyla okuyanların birinden bu hadisin aksi olan başka bir hadisin, yani [ليس منا من تغنى بالقرآن] “Kur’an’ı makamla okuyan bizden değildir” hadisinin olduğunu duydum. Binaenaleyh bana, bu iki hadisin arasını cemetmenin kerahete delalet ettiği şeklinde bir cevap verdi. Bu doğru mudur?

H. 07 Rabî-us Sâni 1432

12.03.2011

Soru: Yaşanan olaylarla ilgili net olmayan birtakım hususlar var:

1- Mısır ve Tunus’taki olayların kendiliğinden başladığını öğrendik ve bunları mübarek olarak nitelendirdik. Aynı şekilde Libya ve Yemen’deki olaylar da büyük kitlesel hareketlenmeler şeklinde başladı. Neden ayaklanan “başkaldıran” insanlar, Tunus ve Mısır’da rejimi güzelleştirme operasyonları ile yetindiler. Zira “başkaldıran” insanlar, sanki raundu kazanmış gibi bir görüntü ortaya çıktığı halde rejimin “yapısı” olduğu gibi kaldı. Hatta Mısır ve Tunus’ta rejimin yapısı hiç değişmedi?

2- Aynı şekilde Tunus ve Mısır’da işler hızla belli bir noktaya ulaştı. Ancak ayaklanma “dalgası”, Libya ve Yemen’e sıçrayınca mesele uzadıkça uzadı. Bu farklılığın nedeni nedir?

3- Ayrıca medya organları, geçen son üç gün içerisinde ve hala Avrupa’nın [İngiltere ve Fransa] önemle Libya’ya müdahale edilmesi üzerinde durmalarından, Libya üzerinde uçuşa yasak bölge projesine hazırlanmalarından ve Amerika’nın buna temkinli yaklaştığından veya tereddüt ettiğinden bahsetmektedir! Nitekim Fransa, 09.03.2011 günü Libya Ulusal Geçiş Konseyi’ni tanıdığını ve Avrupa Birliği’ni de tanımaya çağırdığını açıkladı. Avrupa Birliği ise bugün, yani 11.03.2011 günü Ulusal Konseyi tanımaya yakın olan Brüksel’de yaptığı olağanüstü toplantısında Ulusal Konseyi, resmen muhatap taraf olarak kabul etti ve Kaddafi’nin derhal gitmesini istedi… Bu sırada Amerika ise yaşanan olayları kendi çıkarları için istismar etmesi ve İngiliz nüfuzunun yerine geçmesi için bunun kendisi açısından bir fırsat olması beklenirken Avrupa gibi istekli görünmedi… Peki, neden Avrupa, müdahale etmeye Amerika’dan daha çok istekli görünmektedir?

4- “Başkaldıran” insanlar hakkında ne dersiniz? Açıkça kanlı ve şerir bir yöntem benimseyen ve Libya’yı cehennem ateşine çevireceğini söyleyen silahlarla donanımlı Libya tagutu karşısında direnebilecekler mi?

Bu hususları açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.

H. 06 Rabî-us Sâni 1432

12.03.2011

Soru: Şahsiyye Kitabının 3. cüzünün 165. sayfasının en alttan 3. satırında şu ifade geçmiştir:

“Müştereke gelince; Salât gibi. Zira salât, hem öğle namazı gibi rükünlerine şâmil olan salâta hem de cenâze namazı gibi rükû’ ve secdeden hâlî olan salâta karşılık kullanılır…”

Sanki bu, kitabın 141. sayfasında şerhi geçen “müşterek” lafzının tanımından farklı gibi ve bu örneğin müşterekten ziyade müşekkek lafzına daha yakın olduğu görülmektedir. Bu durumun açıklanmasını rica ediyorum. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

H. 06 Rabî-us Sâni 1432

09.03.2011

Soru: Anayasa Mukaddimesi Kitabının 2. cüzünün 147. sayfasının altıncı satırında şöyle geçmiştir: Allahuteala’nın şu kavline gelince; وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ “Hasat günü de hakkını verin.” [el-Enâm 141] Bu ayette zekat varit olmamıştır. Çünkü bu ayet Mekke’de inmiştir ve zekat Medine’de farz kılınmıştır. Bundan dolayı öşür olmadığı halde narı zikretmiştir.”

Yine Maliye Kitabının 213. sayfasının ilk satırında “Ekin ve Meyvelerin Zekatı Kitap ve Sünnetle Farzdır” başlığından sonra şöyle geçmiştir: Kitaba gelince; Allahuteala’nın şu kavlidir: وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ “Hasat günü de hakkını verin.” [el-Enâm 141]

Soru şudur: Anayasa Mukaddimesi’nde geçtiği üzere içerisinde zekat varit olmadığını söylememizin bilinmesine rağmen bu ayeti, zekatın vacipliğine nasıl delil getirebiliyoruz? Yani bu ayeti, ekinin ve meyvenin zekatının vacipliğine nasıl delil kılabiliyoruz? O halde bunun hakkında tashîh yayınlanması gerekmez mi?

H. 04 Rabî-us Sâni 1432

09.03.2011

Soru: Mecusiler hakkındaki bir hadiste, Ömer İbn-ul Hattab’ın Mecusileri hatırlayınca onların durumu hakkında ne yapacağını bilmediğini söylediği ve Abdurrahman İbn-u Avf’ın, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]‘i şöyle derken işittiğime şahitlik ederim dediği geçmiştir: سُنُّوا بِهِمْ سُنَّةَ أَهْلِ الْكِتَابِ “Onlara Ehl-i Kitaba uyguladığınızı uygulayın.” Alimler, bu hadisi sadece kanların korunması karşılığında cizye alınmasına hamlettiler. O halde “onların kadınlarıyla evlenilmez ve kestikleri yenilmez” konusunu bu hadise eklemek doğru olur mu? Yoksa bu bir içtihat ve nassa dair bir anlayış mıdır?

H. 01 Rabî-us Sâni 1432

06.03.2011

Page 19 of 23 pages « First  <  17 18 19 20 21 >  Last »